Arab Baharı İslam Baharı olur mu?

‘Arap Baharı’ kavramı Tunuslu Muhammed Bouzazi’nin kendini yakması ile başlayan sürece verilen bir isimdir biliyorsunuz.
Üstad’ın da dediği gibi bazen bir kelime bir orduyu batırır. Bazen de bir gülle 30 milyonun öldürür. Nitekim birinci dünya harbinde yaşandı da.
Şimdi bir kişinin kendini yakması tüm ortadoğunun şeklini değiştirdi ve değiştirecek.

Bu “arab baharı” kavramlaştırması bence olumlu bir terkibtir.
Tüm dünyada ve maalesef ülkemizde de şer cephesinin çalışmaları sonucu olumsuz bir imaja büründürülmüş ‘Arap’ kelimesi ile yine Hz. Adem’den bu yana gelmiş geçmiş tüm insanları heyecanlandıran ‘bahar’ kelimesinin yan yana getirilmesi hoş bir zihin dönüşümün yaşanabileceğinin işaretidir.
Fakat bu isimlendirmenin manasız bir kavramlaştırma mı olduğu yoksa toplumsal gelişmenin fıtrat kanunlarına ittibaı sonucu gerçek bir baharın mı geldiği konusunda süre giden bir tartışma var.
Ben bu tartışmada ümidli olanların tarafındayım.
Eğer köşeye sıkıştırılmış ve kaçacak delik bulamayan bir keçinin harika bir şecaatle bir aslanın karnını, boynuzu ile delmesi fıtrat kanunda cari ise Arapların da devrim yapabilecek bir istidata sahip olduklarını da kabul etmek gerekir bence.
Nitekim yaptılar.
Ayan beyan ortada.

Şimdi Katar’dayım.
Geçen sene yine bu zamanlarda geldiğimde gördüğüm iklim ile şimdiki iklim aynı değil. Ürdün’de bulundum bir süre önce. Orada reform için hummalı bir telaş yaşanılıyordu. Kısa bir süre önce de Arap ülkelerinden bir çok kimse ile uluslararası toplantılarda bir araya geldik ve geliyoruz.
Katar başta olmak üzere henüz sözümona devrimin yaşanmadığı ülkelerde bile reform için tüm alarm zilleri çalıyorsa kabul etmek gerekir ki çölün asil evlatlarının uyandığını tüm kraliyetler gördüler ve kendilerince önlem almaya başladılar.

Üstad, ilk hayatı döneminde makro açıdan bir çok ümidi besleyen müjdeler vermiştir.
Bu müjdelerden biri de Tiflis’te bir Rus polisi ile yaptığı mükalemede vermektedir.
Tarihçe-i Hayatta ve Sünühat’ta anlatılan 1910 yılında yaşanmış bu hikayeyi hepiniz biliyorsunuz.
Hatırlama babında bir kere daha okuyoruz:

“Bundan on sene evvel Tiflis’e gittim. Şeyh Sanan Tepesine çıktım, dikkatle temaşa ediyordum. Bir Rus yanıma geldi. Dedi: “Niye böyle dikkat ediyorsun?
Dedim: “Medresemin plânını yapıyorum.”
Dedi: “Nerelisin?”
“Bitlisliyim” dedim.
Dedi: “Bu Tiflis’tir.”
Dedim: “Bitlis, Tiflis, birbirinin kardeşidir.”
Dedi: “Ne demek?”
Dedim: “Asya’da, âlem-i İslâmda üç nur, birbiri arkası sıra inkişafa başlıyor. Sizde birbiri üstünde üç zulmet inkişafa başlayacaktır. Şu perde-i müstebidane yırtılacak, takallüs edecek. Ben de gelip burada medresemi yapacağım.”
Dedi: “Heyhat! Şaşarım senin ümidine.”
Dedim: “Ben de şaşarım senin aklına. Bu kışın devamına ihtimal verebilir misin? Her kışın bir baharı, her gecenin bir neharı vardır.”
Dedi: “İslâm parça parça olmuş.”
Dedim: “Tahsile gitmişler. İşte Hindistan, İslâmın müstaid bir veledidir; İngiliz mekteb-i idadîsinde çalışıyor. Mısır, İslâmın zeki bir mahdumudur; İngiliz mekteb-i mülkiyesinden ders alıyor. Kafkas ve Türkistan, İslâmın iki bahadır oğullarıdır; Rus mekteb-i harbiyesinde talimalıyor, ilâ âhir.
“Yahu, şu asılzade evlât, şehadetnamelerini aldıktan sonra, her biri bir kıt’a başına geçecek, muhteşem âdil pederleri olan İslâmiyetin bayrağını âfâk-ı kemâlâtta temevvüc ettirmekle, kader-i Ezelînin nazarında, feleğin inadına, nev-i beşerdeki hikmet-i ezeliyenin sırrını ilân edecektir.”
(Sunuhat)

Üstad, burada “Âlem-i İslam’da üç nur inkişafa başlıyor” diyor.
Fakat dediği tarihte, Rus polisinin haklı olarak itirazda bulunduğu gibi Osmanlı parça parça olmuş.
Balkan ülkeleri birbiri ardından ayrılmışlar Osmanlı’dan. Araplar da kopmuş ve kopmak üzereler.
İslam âlemi için her tarafta zulmet görünüyor.
Pakistan, Malezya, Endonezya başta olmak üzere Asya’daki Müslümanlar İngiliz sömürgesi altında inim inim inliyorlar. Böyle iken, Üstad, müthiş bir vizyon sergiliyor ve Hindistan’ın İngilizlere karşı ayaklanacağını, Mısır’ın Afrika kıtasının başına geçeceğini öngörüyor.

Hindistan içinden Pakistan çıktı. Başka bir şey daha oldu; Çin’in içinden de Malezya çıktı, bağımsızlığını aldı ve Müslüman bir ülke olarak varlığını güçlü şekilde sergiliyor.
Bugün Pakistan yerine Malezya, Asya kıtasının liderliğini yürütüyor. Bu liderliğin geçici bir liderlik olduğunu ve orta vadede Pakistan’ın özellikle ülke dışında yaşayan ve çok iyi yetişmiş evlatlarının ülkeye dönmeleri sonucunda liderliği devralacağını düşüyorum.

Mısır istiklaliyetini Arap baharı ile kazandı ve kazanıyor. Türkiye ise bir lider ülke olmuştur. Her üç ülke bir kıtanın başına geçecektir inşallah.
Bu üçlü sacayağı iyi çalışırsa Arap Baharı İslam baharına dönebilir.
Ama bunun için Mısır’da işlevsel bir demokrasi ve mezhep kavgasına izin vermeyen rasyonel bir biçimde dizayn edilmiş hukuki yapının inşa edilmesi gerekir.
Aksi takdirde, kavimcilik ve mezhepcilik başlarda yaşanılan tüm acılara tuz ekilmesine neden olur.
Çünkü Araplarda tarihsel olarak kavimcilik hep güçlü bir anlayış olmuştur.
Peygamberimizden önce doğru dürüst bir devlet kuramamalarının en büyük sebebi kavimci bir yapılarının olmasıydı.
En büyük kavimleri şehri yönetir ve belli konularda söz sahibi olurdu. Adeta liberteryan Siyaset Bilimci Nozik’in ortaya attığı mafya devlet düzenine benzer bir düzenleri vardı.

Hazreti Peygamberden sonra dört halife döneminde devlet düzeni korununca çok büyük fetihler yaşandı ve her alanda fütuhat görüldü. Ne zaman kavimciliğe geri döndülerse tekrar birbirlerine düştüler ve devlet geleneği tam yerleşemeden kavimcilik galib geldi ve Arap kışı başladı.

Tıpkı Sünuhat’ta Üstad’ın dediği gibi;
“Unsuriyetin intibahı ya müsbettir ki, şefkat-i cinsiye ile intiaşe gelir ki, tearüfle teavüne sebebdir. Veya menfîdir ki, hırs-ı ırkî ile intibaha gelir ki, tenakürle teanüdün sebebidir. İslâmiyet bunu reddeder. (Sünuhat-Tuluat-İşarat, 8)

İslamiyetin red ettiği bu menfi unsuriyet her türlü kemale manidir ve hüsranın en temel nedenidir.
Bu menfi unsuriyet ile hareket edipte sonunda rezil-i rüsva olmayan hiçbir millet bilmiyorum.
Hem cinsi ile alakadarlıktan kaynaklanan unsuriyet ise hem Allah’ın verdiklerine karşı bir manevi şükürdür hem de yardımlaşmayı ve dayanışmayı etkileyen müsbet ve fıtri bir haldir.

Fıtrat, müsbet olan her şey ile barışıktır.
Fıtrat kanunlarına uyan er ya da geç gittiği yolda galip olur. Fıtrat kanunlarının dışına çıkan mutlaka bir yerde duvara çarpar.
İşte Mısır özelinde Arap ülkelerinin büyük çoğunluğunda yaşanan bu intibahın başarıya ulaşması için unsuriyetin devreye girmemesi ve kavimcilik ya da mezhepçiliğin yapılmaması zorunluluktur.

Bu meyanda Üstad’ın “Ey Müslüman, aldanma, başını indirme! Paslanmış bîhemtâ bir elmas, daima mücellâ cama müreccahtır” diye yaptığı uyarının yerini bulması için Arap ülkelerinde çeşitli konferansların düzenlenmesi, fikir teatilerinin yapılması gerekir.
Esasen bu ülkelerde bu konular yoğun bir biçimde tartışılıyor ama asıl önemli olan Risale-i Nur çerçevesinde bu ülkelerde düzenlenecek konferans ve seminerlerde bu konuların tartışılmasıdır.
Özellikle Mısır çok kritiktir. Mısır’da kurulacak demokratik bir rejim tüm bölge için iyi bir işaret olacaktır.

Çünkü Müslüman ve Arap bir ülkede demokrasinin tesisi İslamiyetin güçlü bir biçimde ikrarına zemin ihzar edecektir.
Yine Üstad’ın Sünühat’ta dediği gibi;
“Zahiren olan İslâmiyetin zaafı, şu medeniyet-i hazıranın, başka dinin hesabına hizmet etmesidir. Hâlbuki şu medeniyet sûretini değiştirmesi zamanı hulûl etmiştir.” 

Artık medeniyetin en güzel ürünlerinden biri olan demokrasiyi, çoğulculuğu İslamiyet hesabına inşa etmenin zamanı gelmiştir.
Bu inşa gerçekleşirse Arap Baharı, İslam baharına dönüşür ve gerçek bir bayram olur.
Bu dönüşümden oldukça ümitli olduğumu belirtmek isterim.

NOT:
Geçen hafta sonu Kızılcahamam’da Risale Akedemi ve Akademik Araştırmalar Vakfı'nın düzenlediği konferans organizasyonel anlamda oldukça başarılıydı. İçerik itibariyle ise maalesef geç kaldığımızı belirtmek isterim. Bugün itibariyle kardeşlik ikliminin tesisi için toplumsal etkilerin sterilizasyonu dışında yapacak pek bir şey kalmadı. Münazarat’ı müzakareye 10 yıl önce açmış olsaydık toplumun ödediği fatura bu kadar ağır olmayabilirdi. Bari, Arap Baharı’nda geç kalmayalım ve yaşanılan dönüşüm ve devrimleri küçümsemeden hemen işe koyulup Arap Baharı’nın gerçek bir bahara dönüşmesi için müzakere ortamı oluşturalım.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.