Metin KARABAŞOĞLU

Metin KARABAŞOĞLU

Amaçlı alışveriş

Çağdaş medeniyetin görücüye çıktığı yer olarak Amerika’ya yolu düşen herkes, bu ülkeye ve bir bütün olarak çağdaş medeniyete rengini veren en önemli unsurun ne olduğunu kolaylıkla görür. Bu diyarda, bir şehirden bir diğer şehre giderken yol boyu karşınıza çıkan ve her biri yüzlerce dönümlük araziye yayılmış alışveriş merkezleri, modern dünyada bir numaralı değerin ‘tüketim’ olduğunu haykırır durur. Bunu anlamak için Amerika’ya kadar gitmeye de gerek yoktur aslında. Amerikan tarzı hayatı bütün bir dünyaya seyrettiren sinema filmleri veya TV dizileri, çılgınlık düzeyinde bir tüketim manzarasını evimizin içinde gözümüzün içine sokmaktadır zaten. Bu diyarı kendi gözünüzle gördüğünüzde yaşadığınız duygu ise, filmlerde gördüğünüz şeyin abartı değil, gerçek olduğu duygusundan ibarettir.

Modernitenin görücüye çıktığı diyarda tüketim çılgınlığı o boyuttadır ki, hemen her zaman insanları tüketime teşvik için bir gerekçe mevcuttur. İnsanları tüketime sevketmek üzere plânlanmış günler vardır sözgelimi. İnsanları tüketime sevkedecek böylesi günlerin olmadığı zamanlarda ise, kampanyaların ardı arkası kesilmez. ‘Sürpriz fırsatlar,’ ‘sürpriz indirim’ler, ‘iki al bir öde’ kampanyaları, ‘şimdi parasını tam ödeyip iki ay sonra bu paranın yarısını geri alma’ türünden kampanyalar.. akla hayale gelmedik daha bin türlü yol ile, insanlar tüketime yönlendirilir. Öyle ince, öyle ayartıcı tüketime teşvik kampanyaları yapılır ki, elde ettikleri kârı azamîleştirmek için nazarları dünyaya teşvik uğruna bu kampanyaları tasarlayanların, bu aklı ve bu zekâyı âhiret için ve maneviyat yolunda kullanabilse, büyük velîler hanesine yazılacağını düşünür insan. Velhasıl, ürününü satmak için istimal olunan yolların ‘suiistimal’i hatıra getirdiği nice yol vardır modernitenin ve kapitalizmin gözde diyarında.

‘Suiistimal’i en ziyade akla getiren görüntülere ise, insanları tüketime teşvik için mecraından saptırılan günlerde, özellikle de Şükran Günü ve Noel esnasında rastlanır. Kasım’ın sonunda Şükran Günü, Aralık’ın sonunda ise Noel vardır. Ve bu zaman aralığı, bu diyarda insanların Allah’ı en çok düşünüp O’na en ziyade hamd, şükür ve ibadet ettiği zamanın ifadesi değildir. Bilakis, yılın en büyük tüketim çılgınlığı bu dönemde yaşanır. Dinî hassasiyetlerin ön plâna çıkması umulan bir zaman diliminde, tüketim çılgınlığı had safhadadır. Yine, kendilerine kutsallık izafe edilen Paskalya ve benzeri günler ve bayramlar, dinî içeriğinden soyundurulup tüketim çılgınlığının mezesi hâline getirilmiştir. Ortadaki manzara, bu satırların yazarına ibadet anlamına gelen ‘worshipping’i alışveriş anlamındaki ‘shopping’le mezcedip ‘worshopping’ diye bir kavram ürettiren bir manzaradır. Zira, insanlar sözümona ‘ibadet’ vesilesi olacak günleri ‘ibadet bahane, alışveriş şahane’ denklemine indirgemişlerdir.

Amerikan sahnesindeki bu durum Amerika’yla sınırlı kalsa insan belki bir derece müsterih olabilir. Oysa, Avrupa’yı Düşünmek yazarı Edgar Morin’e, meselâ Avrupa için ‘Amerikan değerlerinin istilasından nasıl kurtulabiliriz? Bilhassa, Amerikanizmin herşeyi ticarîleştirip metalaştıran niteliğine nasıl karşı koyabiliriz?’ kabilinden sorular düşündüren bir durumdur bu. Modernitenin Amerika sahnesinde yaşananlar, dünyanın her tarafında Amerikan değerlerinin hayranı ve gönüllü tüketicisi durumundaki ülkeler ve kesimler için de geçerlidir. Bu anlamda, Amerikan tarzı hayat ve Amerikan tarzı tüketim, küreselleşmiş bir gerçek hâlindedir. Dünyanın her yerinde, bu arada Türkiye’de sayıları giderek artan süper, hiper, ultra alışveriş merkezleri, bu küresel gerçeğin bir izdüşümüdür nitekim.
Sabahleyin girenin tamamını gezmeye akşama dek güç yetiremediği bu dev alışveriş merkezleri, dünyanın her tarafında yüz milyonlarca insana bugün ‘ona da bakayım, bunu da göreyim’ dedirtir; ve bugünün bu hevesi yarın ‘onu da alayım, bunu da giyeyim’e dönüşüverir. Sonuç, bir türlü denkleştirilemeyen aile bütçeleridir.

Alınan onca şeye rağmen alınacak daha bir sürü şeyin kalmasıyla gelen doyumsuzluk, şükürsüzlük ve mutsuzluktur. İnsanın gerçekten ihtiyacı olan şeyler belli ve sayıca sınırlı iken, binlerce metaın gerçekte ihtiyaç olmadığı halde insan arzu edip canı çektiği için ihtiyaca dönüşmesidir. Hafıza arşivine her gün yenileri eklenen onbinlerce meta arasında insanların gözünün sürekli dünyaya ve dünyalıklara dönük hâle gelmesidir. Daha fazla tüketebilme imkânını nasıl edinebileceğini düşünmekle meşgul sürülerin, bu dünyada kendinden başkasını düşünemez ve dahi bu dünyadan ötesini düşünemez hâle gelişidir.

Sadece ABD’de veya sadece Batıda değil, dünyanın her tarafında olan şey budur. Tüketenler, insaniyeten tükenişe geçmektedir. Ancak, tam da bu noktada insanın aklına gelen bir itiraz sözkonusudur. Hele hele ‘hep alışveriş yapan’ların aklına çabucak gelen bir itiraz: Peki, hiç alışveriş yapmayacak mıyız?

İnsanı ve kâinatı yaratan âlemler Sultanının Kelâm-ı Ezelî’sinde bizim için ‘en güzel örnek’ olarak sunduğu Hz. Peygamber’in Medine’ye hicretinden sonra yaptığı ilk iki iş, bu soruya mâkul bir cevap bulmayı mümkün kılar. Hz. Peygamber, Medine’ye geldiğinde ilk iş olarak Mescid’in yerini tayin etmiş ve Mescid’in inşaatına başlanmıştır. İkinci iş, Medine çarşısı için yer tesbiti ve çarşının tesisidir. Hemen hatırlatalım: Medine’de hiç çarşı olmadığı için bu çarşı kurulmuş değildir. O şehirde yaşamakta olanların, bu arada Yahudilerin alışveriş için kurdukları, Nebit çarşısı gibi çarşılar el’an mevcut olduğu halde Resul-i Ekrem aleyhissalâtu vesselâm yeni bir çarşı kurdurmuştur. Ve bu nebevî tavır, elbette manidardır.

Hz. Peygamberin Medine’de Mescidin inşasından sonra Medine çarşısının tesisi üzerinde durması, alışveriş denilen şeyin fıtrî olduğunu, fıtrî ve insanî bir ihtiyaca karşılık geldiğini, ve bu ihtiyacın karşılanması zaruretini gösterir elbette. Gelin görün ki, Medine’de Mescid’den sonra çarşı kurduran Hz. Peygamber, “Allah’ın en çok sevdiği yerler mescidlerdir. Allah’ın en ziyade nefret ettiği yerler de çarşı ve pazarlardır” sözünün de sahibidir. (1) O, mübarek ağzından dökülen dua ile yaşça, malca ve evlatça ömrü bereketlenen genç hizmetkârı Enes b. Mâlik’e, ettiği bu duanın yanısıra şunu da tavsiye etmiştir: İleride -o dönemin en müreffeh mekânları olarak- Basra ve Busayra’ya yerleşmeyi düşünecek olursan, limanından, çarşısından, ümera kapısından sakın! (2)

Selman-ı Farisî radıyallahu anh’ın bildirdiğine göre ise, Resul-i Ekrem aleyhissalâtu vesselam kendisine şunu söylemiştir: “Elinden geliyorsa, çarşıya ilk giren olma. Oradan son çıkan da olma. Çünkü çarşı, şeytanın savaş verdiği yerdir, bayrağı da orada dalgalanır.” (3)

Buna göre, Hz. Peygamber’in Medine’de mü’minler topluluğu için önce mescid, sonra çarşı inşa ettirmesi alışverişin önemini ve değerini belgelediği gibi; çarşı pazarda dolaşmaya dair bu hadisler insanların nazarını semadan alıp dünyaya indiren ve ehl-i dinin ya fiilen ya manen ehl-i dünyaya boyun eğmesine sebebiyet verdiren tüketim hırsına gem vurmayı öğretmektedir. Bu hadislerin, özellikle de Selman-ı Farisî’nin bildirdiği nebevî tavsiyenin öğrettiği odur ki, insan çarşıya veya pazara amaçlı ve hedefli bir biçimde gitmelidir. Ne alacağını, neye ihtiyacı olduğunu önceden belirlemiş şekilde alışverişe çıkmalıdır. Ve en önemlisi, almayı plânladığı şeyleri alıp ihtiyacını gördükten sonra, alışveriş mahallinden ayrılmalıdır. Ancak bu takdirde alışveriş ihtiyaca göre yapılıp tadında bırakılmış olur. Yok eğer çarşıya ‘ilk gelip son giden’lerden olunursa, ‘bir de şuna bakayım’ların işin içine girmesi kaçınılmazdır.

Bunun kaçınılmaz sonucu ise, ‘hâcât-ı gayr-ı zaruriye’nin ‘hâcât-ı zaruriye’ hâline gelmesi; arzu ve hevesin ihtiyaca dönüşmesidir. Bu girdaba girilince de, insanın tüketim şeytanının elinde oyuncak olması, Rabbini tanımaya adanmış onca donanımını ihtiyaç gibi algılanan ve bir türlü bitmek bilmeyen arzularını tatmin peşinde yaşamasıdır. Ki bu durum, insanı ‘eli delik’ ahirzaman deccalının esiri olup iki yakasını biraraya getiremeyen ve ‘yiyip de doymayan’lardan kılacaktır. Kim bu girdabın uzağında olmak istiyorsa, alışverişi, alışveriş hadisinin gösterdiği çizgide yapmalıdır.

1) Müslim, Mesâcid 288.
2) Ebu Dâvud, Melâhim 10: “Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: Resulullah aleyhissalâtu vesselâm bana: ‘Ey Enes!’ dedi. ‘İnsanlar yurtlar ediniyor. Bu yurtlardan biri Basra ve Busayra diye tesmiye edilmektedir. Eğer sen oraya uğrar veya ona girersen, oranın çorak (tuzlu) arazisinden, gemilerin yanaştığı limanından, çarşısından, ümerasının kapılarından sakınasın!”
3) Müslim, Fedâilu’s-Sahâbe 100.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum