Alvani’nin ardından…

Son günlerde üzerime bir tutukluk geldi ve yazacak onca şey olmasına rağmen elim kaleme varmadı. Bununla birlikte yazacak konularda kalemimizin körelmesini umursamadan sürekli birikiyor. Taha Cabir Alvani’nin ölümünü okuyunca (1935 yılında doğan Alvani 4 Mart 2016 Cuma günü irtihal etmiştir) değine ve taziye yazmaya karar verdim.  Zira bu görevlerimizden birisi.  Nice zamandır Ahmet Aytimur, Said Özdemir ve Mehmet kırkıncı hoca hakkında bir değini yazısı kaleme almaya murat ediyordum.  Kalemimin inkıbaz halinde olmasından dolayı müyesser olmadı. Onlarla ilgili taahhüdümü mahfuz tutarak körelen kalemimi Taha Cabir Alvani üzerinden canlandırmaya ve yeniden işletmeye çalışayım.  

Taha Cabir Alvani mühim simalardan birisidir. Irak asıllı olan bu zat Ezher çıkışlıdır. Sonrasında Amerika Birleşik Devletlerinin yolunu tutmuş ve buraya yerleşmiştir.    Sosyal bilimleri İslamileştirme projesine imza atan İsmail Raci Faruki’nin halefidir.  Alvani’nin selefi Faruki’ler 27 Mayıs 1986 gününde sahur vaktinde  eşi Mumya Faruki ile birlikte hunharca bir biçimde bıçaklanarak öldürüldüler. Ruhları şad olsun. Benim de anılmalarında veya ölüm haberlerinin geniş kesimlere ulaşmasında ve yankı bulmasında hasbe’l kader bir katkım oldu. Dolayasıyla bu yazıyla birlikte bu çığırı sürdürmek ve taçlandırmak istedim.  

Adapazarı’nda Salko Camii’nin yanında  zaman zaman uğradığım bir Malik abinin pastanesi vardı. Zaman zaman burada mola verir soluklanır ve gazetelere sakardım.  Yine aynı şekilde gazetelere baktığım dükkanlardan birisi de Tabakhane’deki Nazım Abi’nin berber dükkanı idi.  Orada Yeni Devir ve Milli Gazeteyi okurdum.  Nazım Abi düzenli bir gazete abonesiydi. Ben de onun müdavimi.  Nazım Abi rahmeti rahmana kavuştu.  Malik abi  de çorbasıyla ünlüydü. Ben genellikle gazetelere bakardım. Bu gazetelerden birisi de Günaydın gazetesiydi.   Şehit edilmelerine müteakip olmalı Günaydın gazetesinde küçük bir habere rastladım.  İslam alimlerinden ve dava adamlarından İsmail Raci Faruki ve eşinin ehit edilmesi haberine yer veriyordu.  Bu küçük haberden yola çıkarak Faruki’yi tanıtan bir yazı-analiz yazarak Milli Gazete’ye gönderdim ve böylece ölüm haberinin daha geniş kesimlere ulaşmasına ve İslami camiada yankılanmasına vesile oldum.  Alvani’nin ölümüyle münasebeti sorulabilir.

*

Alvani, İsmail Raci Faruki’nin başlatmış olduğu çığırı sürdürmüş ve onun halefi olmuştur.  İsmail Raci Faruki iki meseleyle anılmıştır. Bu meselelerden birisi büyük bir çığır olan sosyal ilimlerin ve bilimlerin İslamileştirilmesidir. Bununla ilgili bir düşünce enstitüsü kurduğu gibi aynı zamanda süreli ve süresiz yayıncılık da yapmıştır. International  Institute of  Islamic Thought/Uluslararası İslam Düşüncesi Enstitüsü öncü bir kurumdur ve çığır açmıştır. Faruki’nin başlatmış olduğu bu çığırı bilahare merhum Taha Cabir Alvani sürdürmüştür.  Bu kurumun periyodik yayınlarından birisi de  ‘American Journal of Islamic Social Sciences/ İslâmî Sosyal Bilimler” Dergisidir. Bu dergini muhtelif sayıları İnkilab Yayınları tarafından Türkçe olarak da yayınlanmıştır.  İnkilab yayınevi Faruki’nin projesini tanıtma ve sahiplenmekte öncülük rolü yüklenmiş ve üstlenmiştir.  Böylece bu süreci başlatanlar Kur’an’da yol açıcılar veya çığır açıcılar olarak da ifade edilen ‘mahidun’ zümresine katılmışlar, ilhak olmuşlardır. İnkilab yayınevi  Faruki ve Alvani’nin birçok eserini dilimize kazandırmış ve yayınlamıştır. 

Bunlar arasında Faruki’nin Bilginin İslamileştirilmesi ve Tevhid adlı eseri de vardır.   Faruki’nin en çarpıcı yönü kendisini ve çabalarını bilginin İslamileştirilmesine adamasıdır.  İkinci özelliği ise Filistin meselesini İslam’a bağlaması ve bu eksen üzerinde bir mücadeleyi esas almasıdır. Öldürülmesinin arkasında Siyonistlerin bu düşünceyi hazmedememesi vardır. Filistin mücadelesini İslam’a bağlamayı  gelecekleri için tehlikeli bulmuşlar, dolayasıyla Faruki’yi fiziki tasfiye ile önlerinden kaldırma yolunu seçmişlerdir.  Bu suikast ile birlikte gerçekten de Faruki ailesini tasfiye etmişlerdir.  Daha sonra 11 Eylül 2001 yani İkiz Kulelere meçhul saldırı ile birlikte bu sürecin ağır gölgesi kurum ve çalışmaları üzerine çığ gibi çökmüş ve bu kurum bu süreçten olumsuz olarak etkilenmiştir.  ABD merkezli bu düşünce kuruluşu daha sonra çabalarının bir kısmını  Malezya gibi ülkelere kaydırmıştır. Her halde bu nedenle olmalı;  Aslı Aydıntaşbaş gibi kalemler bir zamanlar Türkiye için Malezyalılaşma tehlikesinden bahsetmişlerdir.  11 Eylülün kurşuni atmosferi küresel anlamda havaları ve çabaları olumsuz yönde etkilemiştir. Küresel manada İslami gelişmelerin kaynakları kurutulmak istenmiştir. Kurutma gerçekleşmese de yavaşlatma mümkün olmuştur.

*

Tarih boyunca bilginin İslamileştirilmesi noktasına üç çığırdan bahsetmek mümkündür. Bu çığırların başında Gazali’nin mantık ilmini teknik anlamda İslamileştirmesi veya meşrulaştırmasıdır.  En azından İslamı koda sokmasıdır.  Bilahare İbni Rüşd felsefeye de iman ettirmiş veya felsefeyi de İslamileştirmenin yolunu açmıştır. Elbette bu alan tartışmalı ve ötesinde muhataralı bir alandır.  Muhammed İmare gibiler İbni Rüşd’ün Latin Rüşdcülükten farklı olarak felsefeye iman ettirdiğini ifade ederler ( İbni Rüşd Beyne’l Garbi ve’l İslam kitabına bakılabilir). Üçüncü çığır ise sosyal bilimlerin veya genel anlamda bilginin İslamileştirilmesi projesidir.  Merhum Taha Cabir Alvani bu süreci İbni Teymiye ile birlikte başlatmıştır. İşte bu çerçevede Alvani’nin İbni Teymiye referansı ile IŞİD’in referansı kat-i surette birbirinden ayrılmaktadır.  IŞİD bilgiyi İslamileştirmek yerine İbni Teymiye referansıyla veya onun üzerinden tekfir etmekle meşguldür ve İbni Teymiye’den böyle bir çığır aktarmaktadır (kısmen de olsa ‘IŞİD ve Kökenleri’ kitabımızda bu meseleden bahsettik).  Esasında bilginin İslamileştirilmesi proje düzeyinde olmasa da bu çabanın ipuçları Hüseyin Cisr ve Nedim Cisr efendilerin kitaplarında görülebilir.

Cemaleddin Atiyye’nin çıkarmış olduğu el Müslim el Muasır/Çağdaş Müslüman gibi dergiler de kısmen de olsa bu alanı besleyen ve bu alana hitap eden süreli yayınlar arasında olmuştur. Onun ötesinde ilimlerin İslamileştirilmesi noktasında  Zağlul Ragıb en Neccar da  çalışmalarını ve çabalarını  Kur’an-ı Kerim’in ilimlerin kaynağı olduğunu  ispata adamış ve Kur’an’da saklı mucizeleri ve incileri herkesin istifadesine sunmaya gayret etmiştir. Uluslararası İslam Düşüncesi Enstitüsüyle ortak çalışmalar da yürütmüştür. En azından bazı çalışmaları Enstitü bünyesinde yayınlanmıştır.  Merhum Taha Cabir Alvani’nin  terviç ettiği mühim kavramlardan mirisi kutup ümmettir.  Buna bir yerde halife millet de denebilir.  Allah’ın yeryüzündeki son ordusu, son milleti (isabetü’l iman).  Faruki ile Alvani; her ikisinin de kaderleri Ezher’de ve ardından Amerika Bileşik Devletlerinde kesişmiştir.  Her ikisinin ülkesi de (Filistin-Irak) Siyonistlerin ve yandaşları Amerikalıların çizmeleri altında tarumar olmuştur. Helaket ve felakete uğrayan beldelerin mazlum insanlarıdır.  Bununla birlikte geriye solmaz ve sönmez bir miras ve çığır bırakmışlardır.  Bilginin Allah’a teslim olması ve iman etmesi. Kainatta her şey isteyerek veya istemeyerek Allah’a boyun eğer, boyun büker. İstemeyenler zzillü zelil hükmünde isteyenler ise izzu aziz şeklinde Allah’ın buruklarına boyun eğmişlerdir.

Allah öncü kuşaklara ve Faruki-Alvani gibi sembol isimlerine rahmetini esirgemesin.  

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.