Allah’tan daha çok sözünü yerine getiren kim olabilir?

Allah’tan daha çok sözünü yerine getiren kim olabilir?

Ayet meali

Bismillahirrahmanirrahim

Cenab-ı Hak (c.c), Tevbe Sûresi 111-112. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:

111-Şüphesiz ki Allah, mü’minlerden nefislerini ve mallarını, karşılığında Cennet hakikaten onların olmak üzere satın almıştır! (*) (Onlar) Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler; (Allah tarafından onlara) Tevrât’ta, İncîl’de ve Kur’ân’da (söz verilen bu Cennet, Allah’ın) kendi üzerine hak bir va‘ddir. Ve Allah’tan daha çok sözünü yerine getiren kim olabilir? Öyle ise yaptığınız bu alış-verişinizden dolayı sevinin! İşte büyük kurtuluş ise ancak budur!

112-(Bu va‘de mazhar olanlar:) Tevbe edenler, ibâdet edenler, hamd edenler, oruç tutanlar, rükû‘ edenler, secde edenler, iyiliği emredenler, kötülükten men‘ edenler ve Allah’ın hudûdunu (ona riâyet ederek) muhâfaza edenlerdir. (Ey Habîbim!) O mü’minleri (Cennetle) müjdele!

(*) İkinci Akabe gecesi, Ensardan yetmiş kişi Resûl-i Ekrem (asm)’a bîat ettiklerinde, Abdullah bin Revâha (ra): “Yâ Resûlallah! Rabbin için de, kendin için de dilediğin şartı koş!” demesi üzerine buyurdular ki: “Rabbim için, sırf O’na ibâdet edip, aslâ ortak koşmamanızı, kendi hakkımdaki ise, kendinizi ve mallarınızı neye karşı nasıl müdâfaa ediyorsanız, beni de öylece müdâfaa etmenizi şart koşuyorum.” Ashâb tekrar sordular: “Bunları yapsak bize ne vardır?” Resûl-i Ekrem (asm): “Cennet vardır!” buyurdular. Ashâb-ı Kirâm (radıyallahü anhüm ecmaîn) de: “Ne kârlı ticâret! Biz bundan ne döneriz, ne de dönülmesini isteriz!” demeleri üzerine, bu âyet-i kerîme nâzil olmuştur. (Kurtubî, c. 4/8, 267)
“Şimdi (nefis ve malımızı Allah’a) satmağa bakacağız. Acabâ o kadar ağır bir şey midir ki, çokları satmaktan kaçıyorlar. Yok, kat‘â ve aslâ! Hiç öyle ağırlığı yoktur. Zîrâ helâl dâiresi geniştir, keyfe kâfî gelir. Harâma girmeye hiç lüzum yoktur. Ferâiz-i İlâhiye (Allah’ın farz olan emirleri) ise hafiftir, azdır. Allah’a abd (kul) ve asker olmak, öyle lezzetli bir şereftir ki, ta‘rîf edilmez. Vazîfe ise, yalnız bir asker gibi, Allah nâmına işlemeli, başlamalı ve Allah hesâbıyla vermeli ve almalı ve izni ve kānûnu dâiresinde hareket etmeli, sükûnet bulmalı. Kusûr etse, istiğfâr (tevbe) etmeli. ‘Yâ Rab! Kusûrumuzu affet, bizi kendine kul kabûl et, emânetini kabzetmek (almak) zamânına kadar bizi emânette emîn kıl! (Âmîn)’ demeli ve O’na yalvarmalı.” (Sözler, 6. Söz, 16)