Allah’ın bizim için yazdığından başkası bize aslâ isâbet etmez

Allah’ın bizim için yazdığından başkası bize aslâ isâbet etmez

Ayet meali

Bismillahirrahmanirrahim

Cenab-ı Hak (c.c), Tevbe Sûresi 49-51. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:

49-Onlardan öylesi de vardır ki: “Bana izin ver de beni fitneye düşürme!” der. Dikkat edin, (onlar zâten) fitneye düşmüşlerdir! Muhakkak ki Cehennem, kâfirleri elbette çepeçevre kuşatıcıdır.(1)

50-Eğer sana bir iyilik isâbet ederse, (bu) onları üzer. Fakat sana bir musîbet gelirse: “Doğrusu (biz) önceden tedbîrimizi almıştık” derler ve onlar sevinçli kimseler olarak dönüp giderler.

51-De ki: “Allah’ın bizim için yazdığından başkası bize aslâ isâbet etmez.(2) O bizim Mevlâmızdır. Öyleyse mü’minler ancak Allah’a tevekkül etsin!”

(1) Münâfıklar, Tebük Seferine katılmamak için Hz. Peygamber (asm)’dan izin istemişler, o da izin vermişti. Çünkü Efendimiz, harbe samîmî olarak iştirâk etmeyenlerden hayır gelmeyeceğini biliyordu. Münâfıklardan bir kısmı da: “Ne yapalım, biz kadınlara pek düşkünüz. Harbe iştirâk edip Rum kadınlarını görünce, nefsimize mağlûb düşeceğiz. Bu da bizim hakkımızda bir fitne olacak” diyerek, güyâ seferden muâf tutulmalarına meşrûiyet kazandıracak bir bahâne ileri sürüyorlardı. (İbn-i Kesîr, c. 2, 147)

(2)“Eğer desen: ‘Kader bizi böyle bağlamış, hürriyetimizi selb etmiştir (elimizden almıştır). İnbisat ve cevelâna müştâk (açılmaya ve coşmaya düşkün) olan kalb ve ruh için kadere îman bir ağırlık, bir sıkıntı vermiyor mu?’ 
El-cevab: Kat‘â ve aslâ! Sıkıntı vermediği gibi, nihâyetsiz bir hıffet (hafiflik), bir rahatlık ve revh u reyhânı (rahat ve huzûru) veren ve emn-i emânı (tam bir güveni) te’mîn eden bir sürur (sevinç), bir nûr veriyor. Çünki insan kadere îmân etmezse, küçük bir dâirede cüz’î bir serbestiyet, muvakkat bir hürriyet içinde, dünya kadar ağır bir yükü, bîçâre rûhunun omzunda taşımaya mecburdur. 
Çünki insan bütün kâinâtla alâkadardır. Nihâyetsiz makāsıd ve metâlibi (maksadları ve istekleri) var. Kudreti, irâdesi, hürriyeti bunların milyondan birisine kâfî gelmediği için, çektiği ma‘nevî sıkıntının ağırlığı ne kadar müdhiş ve muvahhiş (vahşet verici) olduğu anlaşılır. 
İşte kadere îman, bütün o ağırlığı kaderin sefînesine (gemisine) atar, kemâl-i râhatla, ruh ve kalbin kemâl-i hürriyetiyle kemâlâtında serbest cevelânına (coşarak dolaşmasına) meydan verir. Yalnız nefs-i emmârenin (kötülükleri emreden nefsin) cüz’î hürriyetini selb eder (çekip alır) ve fir‘avniyetini ve rubûbiyetini (rab olma da‘vâsını) ve keyfemâ yeşâ (dilediğince) hareketini kırar. Kadere îman o kadar lezzetli ve saâdetlidir ki, ta‘rîf edilmez.” (Tılsımlar, 26. Söz, 88)