Allah, rızkı dilediğine genişletiyor ve dilediğine de daraltıyor

Allah, rızkı dilediğine genişletiyor ve dilediğine de daraltıyor

Ayet meali

Bismillahirrahmanirrahim

Cenab-ı Hak (c.c), Rum Sûresi 36-39. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:

36-Hâlbuki insanlara bir rahmet (ni‘met) tattırdığımız zaman, onunla sevinirler. Fakat ellerinin takdîm ettiği şeyler (işlediği günahlar) yüzünden başlarına bir kötülük isâbet etse, onlar hemen ümidsizliğe düşerler!

37-Görmediler mi ki şüphesiz Allah, rızkı dilediğine genişletiyor ve (dilediğine de) daraltıyor. Şübhe yok ki bunda, îmân edecek bir kavim için elbette ibretler vardır.

38-Öyle ise akrabâya, yoksula ve yolda kalmışa hakkını ver! Allah’ın rızâsını isteyenler için bu pek hayırlıdır. İşte onlar, gerçekten kurtuluşa erenlerdir.

39-İnsanların mallarında artış olsun diye verdiğiniz herhangi bir fâiz, Allah katında artmaz. Hâlbuki Allah’ın rızâsını isteyerek verdiğiniz herhangi bir zekâta gelince, işte onlar, (sevablarını ve mallarını) gerçekten kat kat artıranlardır. (*)

(*) “Bütün ihtilâlât-ı beşeriyenin ma‘deni (insanlık âlemindeki ihtilâllerin kaynağı) bir kelime olduğu gibi, bütün ahlâk-ı seyyienin menbaı (kötü ahlâkın kaynağı) dahi bir kelimedir. Birinci kelime: ‘Ben tok olayım, başkası açlıktan ölse bana ne!’ İkinci kelime: ‘Sen çalış, ben yiyeyim!’ 
Evet, hayât-ı ictimâiye-i beşeriyede (insanların cem‘iyet hayâtında) havâs (üst tabaka) ve avâm (alt tabaka), yâni zenginler ve fakirlerin, müvâzeneleriyle (dengeleriyle) rahatla yaşarlar. O müvâzenenin esâsı ise, havâs tabakasında merhamet ve şefkat; aşağısında hürmet ve itâattir. Şimdi birinci kelime; havâs tabakasını zulme, ahlâksızlığa, merhametsizliğe sevk etmiştir. İkinci kelime; avâmı kine, hasede, mübârezeye (çekişmeye) sevk edip, rahat-ı beşeriyeyi (insanlığın rahatını) birkaç asırdır selb ettiği (çekip aldığı) gibi; şu asırda sa‘y (emek), sermâye ile mübâreze netîcesi -herkesçe ma‘lûm olan- Avrupa hâdisât-ı azîmesi (büyük hâdiseleri) meydana geldi. 

İşte medeniyet, bütün cem‘iyât-ı hayriye (hayır cem‘iyetleri) ile ve ahlâkî mektebleriyle ve şedid inzibat ve nizâmâtıyla (şiddetli âsayiş ve düzenleriyle), beşerin o iki tabakasını musâlaha edemediği (barıştıramadığı) gibi, hayât-ı beşerin iki müdhiş yarasını tedâvi edememiştir. Kur’ân, birinci kelimeyi esâsından ‘vücûb-ı zekât’ (zekâtın farz olması) ile kal‘ eder (kaldırır), tedâvi eder. İkinci kelimenin esâsını ‘hurmet-i ribâ’ ile (fâizin haram olmasıyla) kal‘ edip tedâvi eder. Evet, âyet-i Kur’âniye âlem kapısında durup, ribâya (fâize): ‘Yasaktır!’ der. ‘Kavga kapısını kapamak için, banka kapısını kapayınız!’ diyerek insanlara fermân eder. Şâkirdlerine (talebelerine): ‘Girmeyiniz!’ emreder.” (Zülfikār, 25. Söz, 38)