Allah gökten, bir dolu indirir de onu dilediğine isâbet ettirir, dilediğinden çevirir

Allah gökten, bir dolu indirir de onu dilediğine isâbet ettirir, dilediğinden çevirir

Ayet meali

Bismillahirrahmanirrahim

Cenab-ı Hak (c.c), Nûr Sûresi 41-43. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:

41-Görmedin mi, göklerde ve yerde bulunan kimseler ve kanatlarını çırparak uçan kuşlar O’nu, Allah’ı tesbîh eder. Her biri kendi (fıtrî vazîfesiyle) duâsını ve tesbîhini muhakkak bilmiştir. Ve Allah, onların yapmakta olduklarını hakkıyla bilendir.

42-Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır. Ve dönüş ancak Allah’adır.

43-Görmedin mi ki şübhesiz Allah, bir bulutu nasıl sürüyor; sonra arasını birleştiriyor; sonra da onu bir yığın hâline getiriyor da arasından yağmurun çıktığını görüyorsun. Ve (Allah) gökten, oradaki dağ (gibi bulutlar)dan bir dolu indirir de onu dilediğine isâbet ettirir, dilediğinden de onu çevirir. (Bu bulutların) şimşeğinin parıltısı neredeyse gözleri(n nûrunu) alır.(*)

(*)“Şu âyet, mu‘cizât-ı rubûbiyetin (Allah’ın terbiye ediciliğindeki mu‘cizelerin) en mühimlerinden ve hazîne-i rahmetin en acîb perdesi olan bulutların teşkîlâtında (meydana gelmesinde) yağmur yağdırmaktaki tasarrufât-ı acîbeyi (acâib icrâatları) beyân ederken, güyâ bulutun eczâları cevv-i havada (hava boşluğunda) dağılıp saklandığı vakit, istirâhata giden neferât misillü (askerler gibi) bir boru sesiyle toplandığı gibi emr-i İlahî ile toplanır, bulut teşkîl eder. Sonra küçük küçük tâifeler bir ordu teşkîl eder gibi, o parça parça bulutları te’lîf edip (birleştirip), kıyâmette seyyar dağlar cesâmet (büyüklük) ve şeklinde ve rutûbet cihetinde kar ve dolu keyfiyetinde olan o sehab (bulut) parçalarından âb-ı hayâtı (hayat suyunu) bütün zîhayâta (canlılara) gönderiyor. 

Fakat o göndermekte bir irâde, bir kasıd görünüyor. Hâcâta (ihtiyaçlara) göre geliyor; demek gönderiliyor. Cevv berrak, sâfî, hiçbir şey yokken bir mahşer-i acâib (acâib bir toplanma yeri) gibi dağvârî (dağ gibi) parçalar kendi kendine toplanmıyor, belki zîhayâtı (canlıları) tanıyan birisidir ki, gönderiyor. İşte şu mesâfe-i ma‘neviyede Kadîr, Alîm (sonsuz kudret ve ilim sâhibi), Mutasarrıf (tasarruf edici), Müdebbir (tedbir görücü), Mürebbî (terbiye edici), Mugīs (yardım edici), Muhyî (hayat verici) gibi esmâların matla‘ları (isimlerin tecellî yerleri) görünüyor.” (Zülfikār, 25. Söz, 50)