Allah dileseydi, sizi elbette tek bir ümmet yapardı

Allah dileseydi, sizi elbette tek bir ümmet yapardı

Ayet meali

Bismillahirrahmanirrahim

Cenab-ı Hak (c.c), Nahl Sûresi 90-95. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:

90-Şüphesiz ki Allah, adâleti, iyiliği ve akrabâya (muhtaç oldukları şeyleri) vermeyi emreder; fuhşiyâttan, kötülükten ve azgınlıktan da men‘ eder. İbret alasınız diye size (Allah, böyle) nasîhat eder.

91-Sözleştiğiniz zaman da Allah’ın ahdini (verdiğiniz sözü) yerine getirin; hem Allah’ı üzerinize gerçekten kefil tutarak sağlamlaştırdıktan sonra, yeminleri(nizi) bozmayın! Muhakkak ki Allah, ne yaparsanız bilir.

92-Hem ipliğini sağlamca büktükten sonra söküp bozan (kadın) gibi olmayın! Bir ümmetin, diğer bir ümmetten daha fazla olması sebebiyle, yeminlerinizi aranızda (bozarak) bir hîle ediniyorsunuz!(*) Allah, sizi bununla ancak imtihân eder. Hakkında ihtilâfa düşmekte olduğunuz şeyleri ise kıyâmet günü size mutlaka açıklayacaktır.

93-Hâlbuki Allah dileseydi, sizi elbette tek bir ümmet (olarak aynı din üzere) yapardı; fakat (O,) dilediğini (kendi isyânı yüzünden) dalâlete atar; dilediğini ise (hikmetine binâen kendi lütfundan) hidâyete erdirir. Ve (siz), yapmakta olduğunuz şeylerden mutlaka sorulacaksınız.(**)

94-Hem yeminlerinizi aranızda bir hîle edinmeyin; yoksa bir ayak, sebat bulmasından sonra kayar ve (insanları) Allah yolundan saptırmanız sebebiyle (dünyada) kötülüğü (azâbı) tadarsınız! (Âhirette de) sizin için (pek) büyük bir azab vardır.

95-Allah’ın ahdini, (karşılığında ne alsanız) az (düşecek) bir fiyata satmayın! Eğer bilirseniz, ancak Allah katında olan (ahde riâyetinize karşı verilecek mükâfât) sizin için hayırlıdır.

(*)Câhiliye devrinde Araplar, daha kuvvetli ve zengin bir kabîleyi görünce, eski müttefikleriyle yapmış oldukları anlaşmalarını derhal bozarlardı. Âyetin maksadı, bu hususta Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ile mü’minlerin yaptıkları sözleşme ve bağlılık yeminlerine (bîatlarına) vefâ göstererek hatırlamaları hikmetine yöneliktir. (Beyzâvî, c. 1, 555)

(**)“Ebedî te’sîri ve azîm ehemmiyeti bulunan emânet-i kübrâ hamelesi (en büyük emânetin taşıyıcısı) ve arzın halîfeleri olan insanların ef‘âlleri ve âsârları ve akvâlleri ve hasenât ve seyyiâtları (fiilleri, eserleri, sözleri, iyilikleri ve kötülükleri), kemâl-i dikkatle (tam bir dikkatle) muhâfaza edilir. Sonra muhâsebesi görülecektir. Âyâ (acabâ) bu insan zanneder mi ki, başıboş kalacak? Hâşâ! Belki insan, ebede meb‘ûsdur (gönderilmiştir) ve saâdet-i ebediyeye ve şekāvet-i dâimeye (devamlı azâba) namzeddir. Küçük büyük, az çok her amelinden muhâsebe görecek. Ya taltîf edilecek (lütuf görecek) veya tokat yiyecek.” (Lem‘alar, 17. Lem‘a, 145)