Alevilik ve Bediüzzaman-2

Bir önceki yazıda yer alan metne yaptığı bir ilavede bu risaleye işaret eden ve öven İmam-ı Ali’nin (ra) yine talebelerinin o eserin sayesinde kurtulacaklarını beyan eder. “Ayet’ül Kübra yüzünden şakirtleri bir musibete düşecekler ve onun kerameti ve bereketiyle emniyete ve selamete çıkacaklar.” (Şualar, 631) Celcelutiye‘nin aslı vahiy olduğu için iltifat bir yerde Peygamberimize (asm) aittir. (Şualar 641) diyerek de iltifatın daha ileri boyutlarını belirtir.

Bu kadar büyük iltifatlara muhatab olan Nur talebelerinin de ihtiyat ile davranmak ve nurun fütuhatına çalışmak ve intişarını sağlamanın (Emirdağ 185) asıl vazifelerinin olduğunu belirtir.

Hatta bu eserinin adını bizzat Hz. İmam’ın verdiğini söyler. “İmam-ı Ali’nin yedinci şua ismini verdiği Ayet’ül Kübra risalesi.” (Şualar, 627) Hz. Ali‘nin kerameti hem Bediüzzaman’a hem de talebelerine o büyük zulüm devirlerinde bir manevi himaye ve sahabet durumuna geçmiştir. Hiç kimsenin yanında olmadığı bir zamanda Hz. Ali yüzyıllar ötesinden onun mücadelesini teşvik etmiş ve ona hamilik etmiştir. Çünkü Bediüzzaman bu eseri yazdığında ve yazarken büyük zulme maruzdu. Kastamonu’da  tarihin mazlumlar kervanının önemli bir aktörüdür. Ama o bu zulümlere mukabelesini ancak büyük eserler yazmak ile karşılık vermiştir. Buradan alınacak ders zulme maruz kalmak menfileşmeyi gerektirmez, “işte ben böyle bir tavır aldım ey Hz. Ali’yi (ra) sevenler! Siz de kin ve adaveti hesaba katmadan müsbet tavırlar alabilirsiniz” demektir. Ama bazı çevreler bu himayeyi bile onun aleyhine kullanmışlardır. Bu işaretleri “biz cezbe ve ihtilal-ı dimağiye” gibi telakki etmişlerdir.

Aleviler, Bediüzzaman’ın Hz. Ali sevgisinin şemsiyesi altında kendilerini daha mantıklı ve orijinal bir durumda bulacaklardır. İşarat-ı Gaybiye Hakkında bir Takriz isimli sayfalar Hz. Ali’nin Risale-i Nur’a olan işaratlarının devamıdır. Bu eserler Ehli Vukuf tarafından da kabul ve tasdik edilmişlerdir. Hz. Ali (ra) Celcelutiye isimli eserinde üç büyük keramet ile nurlara işaret etmiştir. Bu eser Sikke-i Tasdik-i Gaybi isimli eserinde mevcuttur.

Bu eser ayrıntılı olarak Hz. Ali’nin eserlere ve Bediüzzaman’ın mücadelesine işaret ettiğini anlatır, hiç şüphe uyandırmayacak şekilde. Risale-i Nur’un dinsizlik cereyanlarını mağlub edeceğini, tecavüz ve tahribatlarını kıracağını belirtir. Celcelutiye’de böyle çok kayıt vardır.

Bediüzzaman Aleviler ile Ehli sünnet arasındaki ihtilafı “manasız, hakikatsız, haksız ve zararlı bir niza” olarak tavsif eder. Bunun dinsizlik cereyanı yani zındıka cereyanı elinde iki tarafı birbirine düşman eden bir silah olduğunu belirtir ve bu ihtilafın nizaın kaldırılmasını taleb eder. Taraf olarak değil her iki tarafa eşit uzaklıkla bir yorum ve duruştur. “Ey ehl-i Hak  olan Ehl-i Sünnet ve Cemaat ve ey Ali Beytin muhabbetini  meslek ittihaz eden Aleviler, çabuk bu manasız ve hakikatsız, haksız, zararlı olan  nizaı aranızdan kaldırınız. Yoksa şimdiki kuvvetli bir surette hükmeyleyen zındıka cereyanı birinizi diğeri aleyhine alet edip ezmesinde istimal edecek. Bunu mağlub ettikten sonra o aleti de kıracak. Siz ehli Tevhid olduğunuzdan uhuvveti ve ittihadı emreden yüzer esaslı rabıta–ı kudsiye mabeyninizde varken iftirakı iktiza eden cüzi meseleleri bırakmak elzemdir.” (Lemalar 32)

Türk solunun Türkiye’de dinle hiçbir alakası yokken Alevileri kullanarak ehli sünnet ile kavgaya tutuşturması bu ülkede sanata, edebiyata, siyasete, günlük hayata yansıyan bir ihtilaf ekolü oluşturmuştur. Bu tevhid cemaati olan iki grubun birbirine  düşürülmesi için bir dalaletkarane tavırdır, bu tavrın her iki tarafa da büyük zarar vereceğini belirtir.

Bediüzzaman İslam tarihindeki ihtilaflı meselelere itidalli yaklaşmanın ve ihtilafları  tarihe intikal ettiklerinden kurcalamanın gereksizliğini  anlatır. “Madem bu zamanda zındıka ve ehl-i dalalet ihtilaftan istifade edip ehl-i imanı şaşırtıp ve şeairi bozarak Kur’an ve iman aleyhinde kuvvetli cereyanları var, elbette bu müdhiş düşmana karşı cüzi teferruat  dair medar-ı ihtilaf münakaşaların kapısını açmamak gerektir. Hem ölmüş insanları zemmetmek hiç lüzumu yok. Onlar darı ahirete mahalli cezaya gitmişler. Lüzumsuz, zararlı onların kusurlarını beyan etmek emrolunan muhabbeti Ali Beytin muktezası değildir ve lazım da değildir diye Ehli Sünnet ve Cemaat sahabeler zamanındaki fitnelerden bahis açmayı menetmişler. Çünkü vakıa-i cemelde Aşere-i Mübeşşereden Zübeyir ve Talha ve Aişe-i Sıddıka (ra) bulunmasıyla Ehli Sünnet  velcemaat o harbi içtihad neticesi deyip Hz. Ali (ra) haklı öteki taraf haksız fakat içtihad neticesi olduğu cihetle affedilir.” (Emirdağ Lahikası, 178)

saidnursi_risalehaber.20131011084716.jpg

Bediüzzaman Ehli Sünnet ile Aleviler arasındaki bütün ihtilaflı meselelerde objektif bir tutum sergiler. Dördüncü Lem’a isimli eserinde Ehli Şia ve Ehli sünnet mabeynindeki en mühim bir mesele-i ihtilafiye olan imamet meselesini gayet vazıh ve kati bir surette hal ve fasleder.

Bediüzzaman, Alevileri Ali Beytin muhabbetinden hareket ettikleri için her halükarda savunur. “Hubbu Ali Beyti meslek yapan Aleviler ne kadar ifrat da etse Rafizi de olsa zındıkaya ve küfrü mutlaka girmez. Çünkü muhabbet-i Ali Beyt ruhunda esas oldukça Peygamber ve Ali Beytin adavetini tazammun eden küfrü mutlaka girmezler. İslamiyete o muhabbet vasıtası ile şiddetle bağlanıyorlar. Böylelerini daire-i sünnete tarikat namına çekmek büyük faydadır.” (Emirdağ, 210)

Bediüzzaman onları alet olmaktan kurtarmanın Nur dairesine çekmenin gereğini vurgular. Çünkü Ehli sünnet ve Aleviler imanın birliği vahdeti içindedirler. “Hem bu zamanda ehli imanın vahdetine çok zarar veren bazı siyasi cereyanlar Alevilerin fedakarlıklarından istifade edip kendilerine alet etmemek için Nur dairesine çekmek büyük bir maslahattır. Madem Nur şakirtlerinin üstadı imamı Ali’dir (ra). Ve Nurun mesleğinde hubb-ı Ali Beyt esastır. -Ali beyt sevgisi- Elbette hakiki aleviler kemal-i iştiyakla o daireye girmeleri gerektir.” Yani Alevilerle Nur talebelerini Ali beyt muhabbeti birleştirmelidir, demek ister.

Bediüzzaman dersini Ali Beytten özellikle de Hz. Ali’den (ra) aldığını söyler. “Üveysi bir surette  doğrudan doğruya hakikat dersimi Gavs-ı Azamdan (ks) ve Zeynelabidin, Hasan, Hüseyin (ra) vasıtasıyla İmam-ı Ali’den almışım. Onun için hizmet ettiğim daire onların dairesidir.“ (Emirdağ, 61)

Bediüzzaman ısrarla Alevileri eserlerine çağırmış olur, çünkü her iki tarafın tavrının itici saiki Ali Beyt sevgisidir. İslam tarihi boyunca Aleviler konusunda en ılımlı tavır Bediüzzaman’ındır. Onun adına şövenist yorumlar yapmak Bediüzzaman’a haksızlıktır ve bühtandır. Dayatma ve düşmanlık devri geçti, uzlaşma ve birlikte bu vatanın nimetlerini paylaşma zamanıdır.

Bediüzzaman Anadoluda yerleşmiş bazı yanlış mülahazaları da tadil eder. Alevilerin münafık olduğunu onların namazının kılınmayacağını ima eden bir yorumu şöyle değerlendirir. “Münafık öldükten sonra namazı kılınmaz, mealindeki ayet o zamandaki ihbar-ı ilahi ile bilinen kati münafıklar demektir. Yoksa zan ile şüphe ile münafık deyip namaz kılmamak olmaz. Madem “Lailahe illallah” ehl-i kıbledir. Sarih küfür söylemese veyahut tövbe etse namazı kılınabilir. O, Ali Köy’de Aleviler çok olduğunu ve bir kısmı Rafiziliğe kadar gidebilmesi nazarıyla onların en fenası da münafık hakikatine dahil olmamak lazım gelir. Çünkü münafık itikadsızdır, kalpsizdir ve vicdansızdır, Peygamber aleyhindedir. Şimdiki bazı zındıklar gibi. Alevi ve Şiilerin müfritleri ise değil Peygamber aleyhisselam aleyhinde belki Ali Beytin muhabbetinden ifratkarane muhabbet besliyorlar. Münafıkların tefritlerine mukabil bunlar ifrat ediyorlar. Hadd-ı şeriattan çıktıkları vakit, münafık değil ehl-i bida oluyorlar, fasık oluyorlar, zındıkaya girmiyorlar. Hz. Ali (ra) yirmi sene  hürmet ettiği ve onlara Şeyhülislam mertebesinde onların hükmünü kabul ettiği Ebubekir, Ömer, Osman’a (ra) ilişmeseler Hz. Ali (ra) o üç halifeye hürmet ettiği gibi onlar da hürmet etseler farz namazını kılsalar yeter.“ (Emirdağ, 70)

Bediüzzaman talebesi Ali Efendi‘nin köyünden hareketle o köyü Sünni–Alevi ittifakının bir prototipi olarak öne sürer. “O köydeki iki kısım Sünni Alevi ittifak edecek“ der.

Bediüzzaman, kızdığı adamlara “herif” der, şöyle konuşur. “Haccac-ı Zalim, Yezid ve Velid gibi heriflere ilmi kelamın büyük allamesi olan Sadettin-i Taftezani, ‘Yezide lanet caizdir’ demiş, fakat lanet ‘vaciptir’ dememiş, hayırdır ve sevabı vardır dememiş.” Çünkü Kur’an’ı hem Peygamberi hem bütün Sahabelerin kudsi sohbetlerini inkar eden hadsizdir, şimdi onlardan meydanda gezen çoktur. Şeran bir adam hiç melunları hatıra getirmeyip lanet etmese hiçbir zararı yok. Çünkü zem ve lanet ise medih ve muhabbet gibi değil, onlar ameli salihte dahil olamazlar. Eğer zararı varsa daha fena.“ (Emirdağ, 178)

Vehhabilerin telkinleri ile bidalara bulaşmış bir kısım hocaları eleştirmeyi yanlış görür, burada da genel prensibi olan itidal ve objektif olmayı telkin eder. Hayatının hiçbir döneminde ve fikirlerinde zulme ve objektif olmayan hükümlere yanaşmamıştır. Zaten Bediüzzaman itidal ve objektivizm demektir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum