Hüseyin YILMAZ

Hüseyin YILMAZ

Alevilerin Munzur telaşı!

Bu satırları kaleme alırken Çelebi’nin Seyãhatnãmesi’nin elimin altında olmayışına hayıflandım. İster istemez, yıllar öncesinden hâfızamda yer edinmiş bilgilerin sıhhatini temenni ile devam edeceğim. Diyarbakır’dan Mardin’e at sırtında yola çıkan meşhur seyyahımız, yolun her iki tarafında boy atmış olan asırlık meşe ve ceviz ağaçlarının cesametlerini tasvir için, “Diyarbakır’dan Mardin’e kadar gölgede yol aldıklarını ve yol boyunca daldan dala geçen sincabların kendilerine eşlik ettiğini” söyler. Bahsini ettiği mesafe, yaklaşık olarak yüz kilometre kadar...

Çelebi’nin satırları üçyüzelli yıl öncesinin coğrafyasını muhayyilemize çok kuvvetli bir çerçeveden taşıyor. Gözlerinizi yumduğunuz an, kendinizi yemyeşil bir coğrafyada, koyu gölgelerin serinliğinde, kuş cıvıltıları arasında ve rüzgarın taşıdığı bin türlü râyiha ile sermet buluyorsunuz. Heyhat ki, bugün o bölgede tek ağaç yok...

İnsanoğlu, yeryüzünü kirleten ve tahrib eden tek mahlûk; canavarın ta kendisi... Bu cihetle şuursuzluğu bütün mahlukatın önünde, mahlukiyet noktasından utandıracak cinsten. Maalesef bütün dünya gibi, Türkiye coğrafyası da insanoğlu tarafından hızla tahrib ediliyor; iklim bozuluyor, toprak çoraklaşıp verimsizleşiyor.

Seyahat etmeyi severim... Çelebi’den miras bir damar, ateşli bir nabız gibi atar ruhumun derinliklerinde. Herkesin et pazarına dönen sıcak sahillere hücum ettiği günlerde yeşil vãdilerin, uçsuz bucaksız yaylaların, sarp dağların karşı koyulması imkânsız, büyüleyici dâveti sarar ruhumu. Gitmem gerekir, bu dâvete koşmam gerekir; gidemezsem, koşamazsam ruhum ölür, boğulurum; küçücük bir çocuk olur, ağlarım...

Bereket ki, hâlâ Türkiye’nin gidilecek, sığınılacak vâdileri; yürünülecek yaylaları, tırmanılacak dağları var. Fırtına Deresi’nin büyüleyiciliğini tamamlayan Kaçkarların  haşmetli duruşu; Sis Dağı veya Bektaş Yaylasının  dãveti, cidden çıldırtıcıdır. Bir sefer yolu düşenler için bu güzel diyarlar sılâ zenginliği kazanır ve hassretiyle yakıp dururlar. Erzurum’da Pasinler, Orta Akdeniz’de Toroslar ve Adıyaman’da büyük Nemrut, Van’da ise küçük Nemrut böyledir...

Ama en güzeli neresi biliyor musunuz?.. Şeksiz şüphesiz: Munzur!.. Dersim bölgesinin hayat damarı çayı, vãdisi, sarp dağları ve yeşil örtüsüyle bir eski zaman dilberidir Munzur. Hep uzaktadır, hep seversiniz ve o hep yakar sizi; asla tatmin olamaz, asla doyamazsınız... Ormanlarında coğrafyamızda nesilleri çoktan tükenmiş hemen bütün hayvanları görürsünüz... Kâh bir dağ keçisi sürüsünün tırmandıkları sarp kayalıklardaki büyüleyici raksı ile kendinizden geçer, kâh amansız bir ağız dalaşıyla birbirilerine meydan okuyan kekliklerin şiir şöleniyle büyülenir, kâh koca bir sığırın cüssesini gölgede bırakacak vücuduyla az ötenizde hareketlenen bir ayının homurtusuyla dehşete kapılırsınız... Nihâyet Munzur’un eritilmiş elmas ışıltısına sahib buz gibi soğuk suyunda hareketin her türlüsünü itiyãd edinmiş kırmızı benekli alabalıkların oltanızın ucuna takılması için heyecanla bekler, tabiatın mûsikisi ile kendinizden geçersiniz. Munzur’da hürriyet duygusu sizi o kadar derinden kavrar ki, hayatınızın hiç bir devrinde yaşamamış olasanız bile, burada, birden bire herşeyden çok bir kuş oluvermek istersiniz. Ya kekliklerin seranatlarına kulak kesilip o tarafa doğru pike yapan bir doğan, ya da başka hiçbir mahlukun çıkamayacağı sarp bir kaya bedeninin en uç noktasına konmuş bir kartal olmak hülyasıyla uçsuz bucaksız bir hayâl âlemine dalarsınız...

Ve Munzur tehdid altında... Dersimliler başta olmak üzere, bütün Alevileri tedirgin eden, telâşlandıran tehdidin menşei: Devlet!.. 1937’de Munzur’un iki yakasını bir araya getirecek bir köprü ve yol Dersimlilieri tedirgin eder. Devletin kendilerini tenkil için vasıta ihdas ettiği düşüncesiyle endişeye kapılan Dersimli aşiretler, Munzur’un iki kıyısında karşı karşıya gelip bu teşebbüsü âkim bırakmak için ahdleşirler... Yetmiş yıl öncesinin bu safça köylü ahidleşmesini bahane edinen Ankara’nın M.Kemâl’in hâkimiyetindeki iktidarı, Dersim’de târihin ender kaydettiği katliamlardan birini gerçekleştirir. Dersimliler bütün hayatları ve varlıklarıyla dehşetli bir mezâlime maruz kalırlar...

Şimdiki Dersimliler o günkü Dersimlilerin torunları... Yine ahidleşiyorlar, ama dedeleri gibi bileklerinin gücüne dayanarak değil, demokratik haklarını kullanarak, seslerini duyurmaya, dikkat çekmeye çalışıyorlar. Aleviler, Munzur’un üzerine elektrik üretmek kastıyla inşa edilmesi planlanan barajlar grubuna itiraz ediyorlar. Munzur’un suyuna sekiz on yerinde kelepçe vurup hayatını söndürmenin yanlış olacağını haykırıp duruyorlar. Haklılar...

Haklılar, zirâ Anadolu coğrafyasının bu en güzel en bâkir tabiatına bu şekilde gayr-i tabiî bir müdahale cidden elem vericidir. Bugün elektrik üretimi için bütün dünyada daha farklı kaynaklar kullanılıyor, güneş ve hava enerjisi için Türkiye’den daha iyisi yok... Bu bâkir bölgeyi bir miktar elektrik üretimi için hebã etmek sadece Alevileri üzmez, hepimizi üzer, üzmeli. Kaldı ki, Aleviler’in kültürel endişeleri de var... Kudsiyet atfettikleri bir çok türbe ve mekânın sular altında kalması veya ulaşılamaz hale gelmesi itikadlarına da dokunuyor. Aleviler bilsinler ki, Munzur’un tabiatı içen en az onlar kadar kalbim endişe ve üzüntüyle çarpıyor.

Ümidsiz değilim, yakın geçmişinin bütün kırıklarına rağmen devletin bu tahribkârlıktan vaz geçeceğini düşünüyorum. “Son Derviş”in yazarı dostum Metin Aktaş’la Munzur’da balık avlayacağız, bu hayâlle önümüzdeki yazı bekliyorum. Yapmayın, Munzur’u öldürmeyin, elmas ışıltılı bu nehri barajlarla dizginleyip derin vâdilerinin eşsiz güzelliğini sulara boğdurtmayın, sadece Türkiye’de değil, dünyada da başka Munzur yok...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum