Akgündüz: Said Nursi'nin doğum tarihi Mart 1878

Akgündüz: Said Nursi'nin doğum tarihi Mart 1878

Bediüzzaman Hazretlerinin doğum tarihine ilkişkin habere Prof. Dr. Ahmet Akgündüz'den itiraz geldi

Risale Haber-Haber Merkezi

Araştırmacı Yazar M. Törehan Serdar'ın Bediüzzaman Hazretlerinin doğum tarihine ilkişkin iddiasına Prof. Dr. Ahmet Akgündüz'den itiraz geldi.

Akgündüz, "Bizim için her ne kadar, Bediüzzaman Hazretlerinin eserleri ve davası önemli olsa da, onun şahsiyeti ve hayatı hakkında sağlıklı bilgiler elde etmek de güzel bir hadisedir. Üstadın doğum tarihi konusundaki yanlış bilgileri tashih etmek, hem doğru bilgiye ulaşmak ve hem de gaybi işaretlere hürmet etmek açısından ehemmiyetlidir" diyerek, Bediüzzaman Hazretlerini doğum tarihi ile ilgili çalışmasını açıkladı.
 
BEDÎÜZZAMAN’IN DOĞUM TARİHİ HAKKINDA BELGELER KONUŞUYOR:

REBîÜLEVVEL 1295 HİCRÎ/MART 1293 RUMÎ/MART 1878 MİLÂDÎ

Bedîüzzaman’ın doğum tarihi konusunda ancak elimizdeki belgelere göre bir şey söylemek mümkündür. Aşağıda zikredeceğimiz belgelerden anlaşılacağı üzere, Molla Sa’îd’in doğum tarihi olarak 22 Temmuz 1322/4 Ağustos 1906 tarihinde yapılan nüfus tescil kayıtlarında 1288-1289 tarihleri doğum yılı olarak geçmiştir. Bunun Rumî olduğunda şüphe yoktur; zira ilmiye dışındaki memurlar o tarihlerde Rumî tarih kullanmaktadırlar. Kaldı ki, bu tarih Rumî kabul edilirse Bedîüzzaman’ın verdiği 1293 tarihine Hicrî kabul edilmesi halinde uymaktadır. Türkçe Nüfus belgesinde ise, 1289 Hicrî gibi kabul edilerek 1.7.1872 doğum tarihi olarak kaydedilmiştir. Bunların tamamen tahmini tarihler olduğu kanaatindeyiz. Doğrusu kendisinin ifadelerine dayanılarak hazırlanan Nüfus Tezkeresindeki Mart 1293–Mart 1878 ve Rebîülevvel 1295 tarihi olduğunu düşünüyoruz.[1] Bazı araştırmacılar 1877 yılını zikretmişlerse de, bu yılın hiçbir ayı, hem 1293 Rumî ve hem de 1295 Hicrî tarihlerle uyuşmamaktadır.[2]

image013.jpg

1877 yılının Aralık ayının 30’u esas alındğında, 1293 tutsa bile Nüfus Tezkeresindeki Hicrî 1295’i 6 gün arayla tutmuyor

image014.jpg

1878 Mart’ı esas alındığında ise, hem Rebîülevvel 1295, hem Mart 1293 ve hem de Bedîüzzaman’ın Mart ayında dünyaya teşrîfi ile alakalı rivâyetlerle uyuşuyor; ancak günlerin seçimi bizim tahminimizdir.[3]

Önemle ifade edelim ki, Bedîüzzaman’ın eserlerinde kullandığı tarihlerin ekseriyeti Rumî takvime göredir ve şayet Hicrî tarih kasdetseydi Arabî tarih yahut Hicrî tarih şeklinde kayıt düşerdi. Bunu nazara alarak aşağıdaki kayıtları okumakta yarar vardır; aksi takdirde hataya düşülecektir:

Isparta'nın saf menabi-i ilmiyesinden bir zât ki, Tarîkat-ı Aliyye-i Nakşiye rüesasından ve binikiyüz doksaniki (1292) veya bin ikiyüz doksanüç (1293) arasında dâr-ı bekaya teşrif buyuran Beşkazalızâde Osman-ı Hâlidî Hazretleri,[4] meslek-i ilmiye ve ameliyesiyle alâkadarane keşfiyat ve hâdisatını bir hüccet-i katıa gibi vârislerine vasiyet ve mahz-ı tebşiratlarını şöylece tevarüs eylemiştir. Hattâ Üstâd-ı muhteremimizin tevellüdüne tam isabetli olarak tarih-i mezkûrda "İmanı kurtaran bir müceddid çıkacak, o da bu sene tevellüd etmiş" demiş. Bundan başka dört evlâdından birisinin o zât ile müşerref ve mülâki olacağını ilâve etmiştir.[5]

Bu arada Osmanlıca Lem’alar’daki şu kayıtlar çok açık işâretlerdir:

ولا تخش من رمح ولا شر اسهمت  (Atılacak hançerden ve sana yönelecek oklardan korkma) fıkrasındaki ولا شر اسهمت cümlesinde şeddeli ر iki ر ve üstündeki tenvin nun sayılmak şartıyla bin iki yüz doksan üç (1293) eder. İşte bu tarih Rus’un Âlem-i İslâmın felaketine sebep olan doksan üç dehşetli harbin zamanına ve Risâle-i Nur müellifinin tarih-i velâdetine tam tamına tevâfuku şüphesiz kasdi bir işâret-i gaybiyedir. Eğer şeddeli — bir sayılsa ve tenvin sayılmazsa o vakit ولا تخش من رمح ولا شر اسهمت satırındaki رمح ولا شر اسهمت fıkrası bin iki yüz doksan bir (1291) eder. Yalnız iki fark ile aynı tarihi gösterir. Bu fıkranın cifrî işâretine ma’nâsı kuvvet verdiği gibi sûret-i ma’nâ dahi letafetlendiriyor. Çünkü رمح  mızrak سهم okdur. Mızrak ve oku harpte is­timal eden Arap ile eski zaman bedevi adamları­dır. Doksan üç (93) harbi ise asr-ı bedeviyete ya­kın olmakla beraber mıntıka-i harre ehli olan mız­raklı ve oklu Araplar o dehşetli harpte memalik-i bâridede kışta çarpıştıkları halde devlet-i İslâmi­yenin mağlûbiyetiyle neticelenmesi ve o harpte Arabın acınacak vaziyetlerini Seyyid-i Arap olan Hz. İmâm-ı Ali (r.a.) görmüş gibi ifade ediyor. Evet, Üstâd-ı Kudsîsi ona göstermiş o da görmüş. Ve kahramanlık damarına dokunmuş, şiddetle korkma diye teşci’ etmiş.[6]

Bu konuda Osmanlı Devleti’nin Nüfus tezkiresinde her iki tarihin de verilmiş olması en büyük delildir. Biz hem Osmanlı dönemindeki 1906 tarihli nüfus kaydını ve hem de Hizan’dan aldığımız Cumhuriyet dönemi nüfus kaydını buraya aldık. Bu tarihde yapılan kayıtlar tamamen tahmînîdir. Bu sebeple basında çıkan bilgiler yanlıştır. 1906 yılında Batı tarzı ilk nüfus sayımı yapılmış ve çoğu köylere gidilmeden bazan muhtarlardan ve bazan da aile fertlerinden tahmini bilgiler alınarak nüfus defterleri oluşturulmuştur.

image015.jpg

image016.jpg

Evvela, kendisinin Dâr’ül-Hikmet’il-İslâmiye’ye girerken tanzim edilen Nüfus Tezkiresi, hiçbir tereddüde mahal bırakmayacak şekilde meseleyi açıklamaktadır. Bu Devlet-i Aliyye-i Osmaniye Tezkiresine göre;

İsim ve Şöhreti:Bedîüzzaman Sa’îd Efendi

Pederi İsmiyle Mahall-i İkameti:Müteveffâ Mirza Efendi[8]

Vâlidesi İsmi:Müteveffiye Nuriye Hanım[9]

Tarih ve Mahall-i Velâdeti:1295 (Muharrem)-1293 (Mart) – (Mart 1878)[10]

San’at ve Sıfat ve İntihâb Salâhiyeti:Dâr’ül-Hikmet’il-İslâmiye A’zasından

Milleti:Müslim

Müte’ehhil ve Zevcesi Müte’addid ve Mevcut Olmadığı: Mücerred

Derecât ve Sunûf-ı Askeriyesi:

Eşkâli: Boy: Uzun; Göz: Ela; Sima: Buğday; Alâmet-i Fârika-i Sâbitesi: Tam

Sicill-i Nüfusa Kayd Olunan Mahalli: Vilâyeti: İstanbul; Kazası: Beyoğlu, Rumeli Boğaziçi; Mahalle ve Karyesi: Sarıyer; Sokağı: Fıstıklı Bağlar; Mesken Numarası: Hâne 8/18 Nev’-i Mesken: Yabancı.

Bâlâda isim ve şöhreti ve hal ve sıfatı muharrer olan Bedîüzzaman Sa’îd Efendi Devlet-i Aliyye-i Osmaniye tâbiîiyyetini hâiz olub ol sûretde cerîde-i nüfusda mukayyed olduğunu muş’ir işbu tezkire i’tâ kılındı. Fî 26 Ağustos 1337

Nezâret-i Umûr-ı Dâhiliye Yeniköy Nüfus Memurluğu

image017.jpg

Osmanlı Devleti tarafından verilen Devleti-i Aliyye-i Osmaniye Nüfus Tezkiresi (Nüfus Cüzdan Sûreti)

Sâniyen, elimizdeki diğer kaynaklar da bunu teyid eylemektedir. Bedîüzzaman’ın tarihçesini kaleme alan Müküslü meşhur Hamza Efendi’nin “Bedîüzzaman-ı Kürdî’nin Tercüme-i Halinden Bir Hûlasadır” adlı eseri gibi.[11] Bu ilk kaynaklar da 1293 tarihini mutlak olarak zikretmektedirler.

Sâlisen, Sikke-i Tasdik-i Gaybi kitabına mukaddeme olarak başına konulan, Barlalı Şamlı Hafız Tevfik’in yazısındaki tahlile göre, Mevlânâ Hâlid’in doğumu 1193 olduğu, Bedîüzzaman’ın doğumu ise 1293[12] olduğu tespit edilmiştir. Risâle-i Nur Külliyatında, bizzât müellif Bedîüzzaman Hazretleri tarafından çeşitli vesilelerle -bilhâssa Sekizinci, Onsekizinci ve Yirmisekizinci Lem’alar ve Birinci Şu’â Risâlelerinde- mutlak olarak kendi doğumu hakkında Rumi 1293 diye kaydedilmiştir. Yalnız bir iki yerde hicrî 1294-1295 şeklinde kayda geçmiştir.

Sadece, ilk baskısı 1958’de yapılan Bedîüzzaman Sa’îd-i Nursî Hayatı, Mesleği, Tercüme-i Hali adındaki Büyük Tarihçe-i Hayat kitabında Hicrî 1290-Miladi 1873 şeklinde ve Necmeddin Şahiner’in Bilinmeyen Taraflarıyla Bedîüzzaman Sa’îd-i Nursî kitabında ise, yalnız 1873 diye yazılmıştır.

Bedîüzzaman gibi garîb, acîb, hârika bir insanın, işarî ve remzî bir tarzda ölümünün Nevrûz gününde (22 Mart) olacağını vefatından 49 sene önce Münâzarât kitabında kaydetmesiyle, doğumunun da baharın öyle bir gününde olması ihtimal dâhilindedir ve manidar olanı Nüfus Tezkiresinde beyan edilen 1293 Rumî ve 1295 Hicrîye Mart 1878’e tam olarak uymaktadır.

1294/1296/1879

Evvela 1294 tarihi ile alakalı bazı kayıtları zikretmek ve izah etmek gerekmektedir:

وَٱلَّذِينَ جَـٰهَدُوا فِينَا لَنَهْدِيَنَّهُمْ سُبُلَنَا ۚ وَإِنَّ ٱللَّهَ لَمَعَ ٱلْمُحْسِنِينَ(29: 69)

(Bizim yolumuzda cihad edenleri mutlaka hidayete erdirecek ve muzaffer kılacağız)

Eğer  لَنَهْدِيَنَّهُمْ  deki şeddeli "nun" bir "nun" sayılsa, bin ikiyüz doksandört (1294) eder ki Risâlet-ün Nur müellifinin besmele-i hayatıdır ve tarih-i velâdetinin birinci senesidir.[13]

Bu ifadeyi iyi anlamak gerekiyor ve doğumunun birinci senesi derken birinci yaş kasdediliyor. Nitekim diğer kayıtların ifadeleri de bunu doğruluyor.

Hem فَاَحْيَيْنَاهُ وَجَعَلْنَا لَهُ نُورًا يَمْشِى بِهِ فِى النَّاسِ (6: 122, İman ile ihya edip nura kavuşturduğumuz ve halk içinde o nur ile doğru yolda yürüyen kimse…)’de tenvin "nun" ve şeddeli "nun" iki "nun" ve بِهِ de telaffuz edilen ى sayılmak cihetiyle bin ikiyüz doksandört (1294) eder ki, velâdetinin ve hayatının birinci senesidir. Demek bu cümle ile hayat-ı maddiyesine, evvelki cümle ile de hayat-ı maneviyesine işâret eder.[14]

Hem حم ٭ تَنْزِيلٌ مِنَ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ (41: 1-2, Rahmân ve Rahîmolan  Allah tarafından indirilmiştir”’in makam-ı cifrîsi, bir vecihle, yani tenvin "nun" sayılsa ve şeddeli iki "ra"daki lâm-ı aslî hesab edilse حم , حَامِيمْ telaffuzda olduğu gibi olsa, bin üçyüz ellidört veya beş (1354-1355) eder. Ve diğer bir vecihte, yani tenvin sayılmazsa bin üçyüz dört (1304) eder; üçüncü vecihte, yani telaffuzda bulunmayan iki "lâm" hesaba girmezse bin ikiyüz doksandört (1294) eder. . Üçüncü vecihte, yani bin ikiyüz doksanüç veya dört (1293-1294) olan makam-ı cifrîsiyle o tercümanın besmele-i hayat-ı dünyeviyesinin ibtidâsına tam tamına tevâfuk sırrıyla îma eder ki, onun hayatı çok dehşetli dağdağaları ve fırtınaları görmek ve çekmekle beraber daima Rahman ve Rahîm isimlerinin mazharı olarak rahmetle muhafaza ve şefkatle terbiye edileceğini remzen mün'imane haber veriyor. Bu suretle Kur’an’ın manevî İ’câzından ihbar-ı gaybî nev'inin bir şu’âını gösteriyor.[15]

Şu kayıtta 1293 ve 1294 farkı çok güzel izah edilmektedir:

Şeyh-i Geylânî'nin fıkrasıyla kerâmetkârane verdiği haber-i gaybînin tetimmesidir.

َنَا لِمُرِيدِى fıkrasında مُرِيدِى Molla Sa’îd" kelimesine tam tevâfuk ediyor. Yalnız bir elif fark var. Elif ise, kaide-i Sarfiyece "elfün" okunur. Elfün ise, bindir. Demek bin ikiyüz doksandörtte (1294) dünyaya gelecek bir müridi, bu مُرِيدِى lafzında muraddır. Çünki لِمُرِيدِى de lâm sayılsa ikiyüz doksandört (294) eder ki, bir tek fark ile Sa’îd'in tarih-i velâdetine tevâfuk eder. Esas arabî sayılsa fark yoktur. Lâmsız مُرِيدِى ise ikiyüz altmışdört (264) eder. "Molla Sa’îd" dahi ikiyüz altmış beş (265) eder. "Molla"daki elif, bine işâret olduğu için mütebâkisi ikiyüzaltmışdört (264) kalır. Elhasıl: Şu zamanda dellâl-ı Kur'an ve hâdim-i Furkan olan o adamın iki ismi ve iki lakabı var. "El-Kürdî" lakabı ile "Molla Sa’îd" ismi, اَنَالِمُرِيدِى fıkrasında zahir görünüyor. "Nursî" lakabıyla "Bedîüzzaman Sa’îd" ismi كُنْ قَادِرِىَّ الْوَقْتِ fıkrasında aşikâr görünüyor. Hattâ hizmet-i Kur'aniyede en mühim bir arkadaşı ve hâlis bir talebesi olan Hulusi Bey'e لِلّٰهِ مُخْلِصًا تَعِيشُ سَعِيدًا صَادِقًا بِمُحَبَّتِى (Allah için muhlis olarak ve benim muhabbetimle de sâdık ve said olarak yaşayacaksın) fıkrasında işâret olduğu gibi, diğer bir kısım talebelerine işâretler var.[16]

DİPNOTLAR:
[1] Osmanlıca Belge, Ankara’daki Nüfus-Vatandaşlık Genel Müdürlüğü Arşivi, Nurs Köyü-Hizan Defteri, No: 13, sh. 53-54; Türkçe Belge ise Hizan Nüfus Müdürlüğünden alınan Nüfus Örneği.

[2] Abdurrahman, Bedîüzzaman’ın Tarihçe-i Hayatı, sh. 3; Şahiner, Bilinmeyen Taraflarıyla Bedîüzzaman Sa’îd Nursî, sh. 33-34; Eşref Edib, Risâle-i Nur Mü’ellifi Bedîüzzaman Sa’îd Nur; Hayatı, Eserleri, Mesleği, sh. 17.

Ahmed Feyzi Kul, Maidet’ül-Kur’an, İstanbul, İttihad, 2006, sh. 16 ve 25’de “1295 H-1293 R-1877 M” vermektedir; ancak hesaba uymamaktadır. Ağabey bu istihrâcını وَجَعَلَ كَلِمَةَ الَّذِينَ كَفَرُوا السُّفْلَىٰ   (Allah küfredenlerin kelimesini yani davasını en alçak kılacaktır, 9: 40) âyetine dayanarak yapmakta ve “Hâkimiyet-i kâfirenin yıkılmasına mebde’ 1877 tarihinde doğan Son Bir Nur-u Hidayet zuhuru tarihidir demektedir.

[3] Tarih Çevirme Kılavuzu: https://193.255.138.2/takvim.asp?takvim=1&gun=1&ay=3&yil=1878.

[4] Başkazalı Osman-ı Hâlidi, Mevlânâ Hâlid Hazretlerini tarikatına mensup büyük bir zattır. Vefatı, Isparta 1292/1877 senelerindedir. Bu zat, Isparta'nın güneybatısına düşen dağın yamacında ''Sidre'' namında bir mevkide riyazet ve tesbihatlarını icra ederlermiş. Kırk günlük riyazet gıdasını, bir iki günde yer, daha kırk güne kadar birşey yemeden tesbihat ve zikirlerine devam ederlermiş. Rivayete göre bazen kırk gün süren riyazetinin hitamında mübarek dudakları birbirine yapışırmış. Sikke-i Tasdik-i Gaybi, sh. 47.

[5] Sikke-i Tasdik-i Gaybi, sh. 47.

[6] Osmanlıca Lemalar, sh. 650-651.

[7] Osmanlıca Belge, Ankara’daki Nüfus-Vatandaşlık Genel Müdürlüğü Arşivi, Nurs Köyü-Hizan Defteri, No: 13, sh. 53-54.

[8] Bu konuda ayrıntılı bilgi vermemiz gerekmektedir:

Evvela; Sözlüklerde, “Mirza” Emîr-zâde’nin kısaltılmışıdır ve aslı itibariyle yarısı Arabça (Emîr yahut bunun kısaltılmışı olan Mîr) yarısı da Farsçadır (zâde). Lûgat ma’nâsı ise, “Emirin oğlu” demektir ve bu terkibli ismin kısaltılmış şekli olan “Mirza” tabiri, bugün Azerî Türkleri ile birlikte Hindistan, Pakistan ve Doğu Vilâyetlerimizdeki Müslümanlar kullanmaktadır. Daha ziyâde asîl aile çocukları için verilen bir isimdir.

Saniyen, bize göre, her ne kadar bazı araştırmacılar bizi tenkit etse ve sözlükler böyle ifade etse de, Bedîüzzaman’ın baba ismi olan Mirza farklı bir mana taşımaktadır. İleride izah edeceğimiz gibi, Irak’ta Şerîfler için yazılan kitaplar, Mirza kelimesinin İbn’ül-Mürtezâ kelimesinin kısaltılmışı olduğunu belirtmektedirler ve Abdülkadir-i Geylânî neslinden çok kimsenin bu isimle anılması, bu ikinci mananın da boş olmadığını göstermektedir. Nitekim elimizde bulunan ve henüz neşredilmeyen belgede Bedîüzzaman’ın babasının ismi Mirza Murtezâ olarak kaydedilmiştir. Bkz. Mütercim Âsım, Kamus-ı Okyanus, Emîr Maddesi; Lügatnâme-i Deh-Hodâ, Mirza Maddesi; Ezher el-Abîdî, Esmâ ve Elkab-ı Musuliyye, 1999.

Şimdi de Bedîüzzaman’ın yazdıklarına bakalım:
“Sonra İmâm-ı Rabbanî'nin Mektûbât kitabını gördüm, elime aldım. Hâlis bir tefe'ül ederek açtım. Acaibdendir ki, bütün Mektûbâtında yalnız iki yerde "Bedîüzzaman" lafzı var. O iki mektub bana birden açıldı. Pederimin ismi Mirza olduğundan, o mektubların başında "Mirza Bedîüzzaman'a Mektub" diye yazılı olarak gördüm. Fesübhanallah dedim, bu bana hitab ediyor. O zaman Eski Sa’îd'in bir lâkabı, "Bedîüzzaman"dı. Hâlbuki hicretin üçyüz senesinde, Bedîüzzaman-ı Hemedanî'den başka o lâkabla iştihar etmiş zâtları bilmiyordum. Hâlbuki İmâmın zamanında dahi öyle bir adam vardı ki, ona o iki mektubu yazmış. O zâtın hali, benim halime benziyormuş ki, o iki mektubu kendi derdime deva buldum”. Bkz. Mektûbât, sh. 355-356.

Bedîüzzaman bir yerde Mirza-zâde Sa’îd Nursî ünvanını kullanmıştır. Barla Lahikası, sh. 283.

Şu tesbit de manidardır:
“Hem benim hakkımda musibet ve fena haberleri aldığı vakit, merhum pederim Mirza (R.H.) gibi olsun, merhume vâlidem Nuriye (R.H.) gibi olmasın. Çünki eski zamanda, dağdağalı hayatımda hakkımda acib havadisler peder ve vâlideme ihbar ediliyordu. "Sizin oğlunuz öldü veya vuruldu veya hapse girdi" gibi fena haberleri babam işittikçe, keyifleniyordu, gülüyordu. Derdi: "Mâşâallah, oğlum yine bir ehemmiyetli iş, bir kahramanlık göstermiştir ki, herkes ondan bahsediyor." Vâlidem ise, onun süruruna karşı şiddetle ağlıyordu. Sonra zaman, babamın haklı olduğunu çok defa gösteriyordu.” Emirdağ Lahikası, c. I, sh. 138-139.

[9] Annesi Nurs köyü yakınlarında bulunan Bilkan köyünden, Nuriye Hanım‘dır. Bedîüzzaman Hazretleri bu Nurlu, ilim ve fazilet ocağı olan ailesinin ferdlerinin vefatlarını ve onlardan müfarakat acısını dile getiren bir mektubunda şöyle der:

Ben dokuz yaşından beri şefkatli Vâlidemi görmediğimden, sohbetinde bulunamadım. O hürmetli muhabbetten mahrum kaldığım ve üç hemşiremi de onbeş yaşından sonra göremediğim, Allah rahmet etsin Vâlidemle beraber Berzah âlemlerine gittikleri için dünyanın çok zevkli, lezzetli olan uhuvvetkârâne sohbetlerinden, merhamet ve hürmetten mahrum kaldığımdan ve üç kardeşimden iki kardeşimi elli seneden beri görmediğimden (Allah onlara rahmet etsin) öyle kıymettar, dindar, âlim iki kardeşimin sohbetinden, hürmetkârâne muhabbet, merhametkârâne şefkatteki sûrurdan mahrum kaldığımdan; bu dünyada Risâle‑i Nur’un îmânda Cennet çekirdeği bulunduğunu gösterdiği gibi, bugün dört fedakâr hizmetimde bulunan ma’nevi evlatlarımla bir seyahat ettiğim zaman, îmândaki cennet çekirdeğinin bir zerreciğini kat’iyyen ruhuma ihtâr edildi. Bkz. Emirdağ Lahikası, c. II, sh. 211-212.

Bu mektubun devamında, aile efrâdının mezkûr sohbet, şefkat, hürmet ve merhametlerinden mahrumiyetine mukabil, îmânın verdiği uhuvvet ve samimiyet ile bu yarasının tedavi edildiğini yazmaktadır. Bu mektup, 1957 yılında yazıldığına göre, Üstâd 80 yaşındadır. 9 yaşından sonra Vâlidesini hiç görmediğini, üç hemşiresini de 15 yaşından sonra göremediğini, iki kardeşini yani, Molla Abdullah ile Molla Muhammed Efendi’yi 50 seneden beri göremediğini kaydetmekle; annesini 71 seneden beri, üç hemşiresini de 68 seneden beri görmemiş oluyordu. Badıllı, Mufassal Tarihçe, c. I, sh. 74.

[10] Gazi Ahmed Muhtar Paşa, Takvim’üs-Sinîn, Ankara, sh. 266. Milâdî 1877 takvimi, Rumî 1293’ün 21 Kânûn-u evvel ayına kadar devam ettiğini yazar. Birgün sonra 1 Ocak 1878 ve üç gün sonra da 1 Muharrem 1295 olur. O zaman Ocak 1878 tarihi kesinleşir.

[11] Bkz. Abdurrahman Efendi (Bedîüzzaman’ın Yeğeni), Bedîüzzaman’ın Tarihçe‑i Hayatı, sh. 3; Sadık Albayrak, Son Devrin İslâm Akademisi Dar’ül Hikmet’il İslâmiye, 1973, sh. 213; Eşref Edib, Risâle-i Nur Müellifi Sa’îd-i Nursî, 1952, sh.17; Bedîüzzaman’ın Târihçe-i Hayatından Harikalar, 1951-1952, Latin harfleri ve Osmanlıca Baskılar.

[12] Hafız Tevfik, Arabî 1293 diye yazmış. Bu da bir sehiv olsa gerektir.

[13] Şu’âlar, sh. 693, Birinci Şu’â #1340458-1340645.

[14] Şu’âlar, sh. 694-695, Birinci Şu’â. Risâle-i Nur Külliyatında ve Bedîüzzaman’ın talebelerinin hatıra ve kitaplarında başka işâretler de bulunmaktadır. Biz hem Mevlanâ Hâlid’in halefi olacağına dair işâreti burada zikretmek istiyoruz.

Eğer şeddeli "mim" dahi şeddeli "lâmlar" gibi bir sayılsa, o vakit bin ikiyüz seksendört (1284) eder. O tarihte Avrupa kâfirleri devlet-i İslâmiyenin nurunu söndürmeğe niyet ederek on sene sonra Rusları tahrik edip Rus'un doksanüç (1293) muharebe-i meş'umesiyle âlem-i İslâmın parlak nuruna muvakkat bir bulut perde ettiler. Fakat bunda Resail-in Nur şakirdleri yerinde Mevlânâ Hâlid'in (K.S.) şakirdleri o bulut zulümatını dağıttıklarından bu âyet bu cihette onların başlarına remzen parmak basıyor. Şimdi hatıra geldi ki; eğer şeddeli "lâmlar" ve "mim" ikişer sayılsa, bundan bir asır sonra zulümatı dağıtacak zâtlar ise, Hazret-i Mehdi'nin şakirdleri olabilir. Her ne ise... Bu nurlu âyetin çok nuranî nükteleri var. اَلْقَطْرَةُ تَدُلُّ عَلَى الْبَحْرِ (Damla denize delalet eder) sırrıyla kısa kestik. (Şu’âlar, sh. 719-720, Birinci Şu’â).

[15] Şu’âlar, sh. 715-716, Birinci Şu’â.

[16] Sikke-i Tasdik-i Gaybi, sh. 145.

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.