Şerh ve İzah Zarureti-I

Yaklaşık beş sene önce bu sitede risale-i nurların şerh ve izahının lüzumiyeti ile ilgili bir makale tarafımızdan neşredilmişti. Hel min mezid diyen, mevcuda iktifayı dûn himmet telakki eden, namzed-i istikbal yüksek istidatların ve ehl-i insafın nazarlarına takdim edilmek üzere genişleterek yeniden neşrediyoruz. İstifadeye medar olmasını temenni ve niyaz ediyoruz...

Âlem-i İslam’ın en rasih dayanağı olan ve vahy-i ilahi olduğuna ehl-i tahkikçe binler senet bulunan Kur’an-ı Kerim’i tefsir eden her telif eser aynı zamanda tefsir edilmeyi, yani şerh ve izah ile ruh-u şeriata yabanileşen bu asrın evladının zihin dünyasına yeniden arzedilmeyi beklemektedir.

Evet, Kelam-ı Ezeli Kur’an hakkında yazılan binler tefsirlerin zaman içerisinde kendilerinin de tefsir edildiklerine tarih şehadet etmektedir. Yani pek çok hakaiki cami, mücmel ve veciz olarak yazılmış kitapların şerh ve izahları, tafsil ile tanzimleri aklen zorunlu görülmektedir.

Bu itibarla, gayet geniş ve derin hakaikten bahseden eserler hal diliyle, “beni şerh ve izah et” demektedir. Demek Risale-i Nur Külliyatının şerh ve izahının lüzumiyeti, beyan ettiği mevzuları ifade etmede yetersiz kalmasının değil, külli ve derin olmasının, mücmel ve veciz yazılmasının bir neticesi olarak değerlendirilmektedir.

Evet, gayet külli ve derin hakaik-i imaniyenin en dakik mes’elelerini anlatan, koca kâinatı esma-i ilahiye namına bir kitap gibi okutan bir eserin, dünyevi kesif meşguliyetler ile akılları daralmış, sefahat-i dünyeviye ile nazarları bulanmış insanlar tarafından idrak edilmesinin müşkülleştiği bedihi bir hakikattir. Bu yüzden risale sohbetlerinde ehil kimseler tarafından şerh ve izahların yapılması ekser insanlar tarafından bir ihtiyaç olarak gündeme getirilmektedir.

Nurlu eserleri daha iyi anlamaya, “müdavele-yi efkâr” ile fikirleri aşılamaya, zengin mana tabakalarını tanıtmaya, ilmi istihsalatın tarifsiz lezzeti ile insanları tanıştırmaya hizmet eden şerh ve izahların, ciddi bir zaruret olduğu ehl-i insaf ve tahkik tarafından dillendirilmektedir.

Mevcut nur dersaneleri imani bahislerin tedrisi ile talim-i esmaya medar mevzuların müzakere ve tefekkür edildiği yerler olması lazım gelirken, ekseriya vecize ezberletilen, hakaik-i imaniyeyi akletmeden nakleden, müellif-i muhteremin zatına ve güzide külliyatına taraftar üreten, ‘sofi meşrep mübarek neferler’ tarzında, lübden ziyade surete ve zahire nazarları çeviren mekânlar olarak vazife görmektedir.

Hakikat ve marifet kışlaları olmaları lazım gelen bu medreselerde, talim-i hakaik ile mananın hazmından ziyade, lafzın nazmından “telezzüz” ile iktifa edildiği gözlenmektedir.

Hâlbuki bizlere ilim yoluyla intikal eden mesail-i imaniye aynıyla nakledilmeyi değil, tekrar betekrar üzerinde akledilmeyi, mana ve maksad yönüyle istihsal edilmeyi beklemektedir. Evet, dirai bir Kur’an tefsirine daha çok rivaî bir libas giydirme gayretleri, taklidi olarak insanları ona sevketme ve benimsetme faaliyetleri, ilim ve marifeti, tahkikat ile tedkikat mesleklerinin esası olması gereken bir zümre için noksaniyet olarak tarif edilmektedir.

İlmi ve dirai tetebbuat ile derin hakaika ve daire-i vücuba (esma, sıfat ve şuunat-ı ilahiyeye) dair mevzuları tezekkür ve tefekkür olmadan, maziden nurlu hatıralar, atiden müjdeli haberler ile insanları diri tutmaya ve davaya bağlamaya dair ikna faaliyetleri, itminanı temin gayretleri akla ve kalbe değil, gölgeye nişan almak olarak nitelendirilmektedir.

Kemal-i etemm, kemalata medar insani tüm sıfatların inkişafını istemektedir. Bu ise derin hakikatlere tam muhatap olmayı gerektirmektedir. Külli hakikatleri şerh ve izah etmeden, usul ve metod öğretmeden, özgün fikirler üretmeden ‘helmin mezid’ diye inleyen, “mevcuda iktifayı dûn himmet telakki eden” yüksek istidatların bu nurlu davada sebatlarını temin etmek mümkün görünmemektedir.

İmani ve içtimai mes’eleleri tavr-ı esasiyeyi zedelemeden, kelamın siyak ve sibakına (bağlamına) münasip izahlar ile cemaate tafsilat vermeden, birbirlerinden oldukça farklı meşrep sahiplerini vahdet çizgisinde beraber yürütmek, taklidi kabullerini iz’an ve salabet zanneden kalpleri tevhid ettirmek muhal görülmektedir.

24. sözün 2. dalında, geçmiş ümmetlerin dalalete sapmalarını izah sadedinde, kâfi derecede tafsilatın verilmemesi sebep olarak gösterilmektedir. (Sözler, 335) Evet imani hakikatleri ve içtimai mes’eleleri tafsil ile tavzih etmek fikri sapmalar ile ameli yalpalamaları büyük ölçüde önleyeceği düşünülmektedir.

Elhasıl; nurlu hakikatlerin şerh ve izahları, ihtisas sahibi ehliyetli kişiler tarafından yapılmazsa derin manalar mestur kalmakta, külli hakikatler perdelere sarılmakta, hakaik-i imaniyenin külliyeti ile idraki müşkülleşmektedir. Sathi ve cüz’i nazarlara görünmeyen hakikatler bir anlamda bölünmekte, hakiki keyfiyetleri bilinememektedir. Hakikatin hakiki keyfiyeti bilinmeyince, insanlar müstakim yürüyememekte, hayat ve şeriat dairelerinin tahukkuku gecikmektedir...

Hakikatlerin ruh-u manevisini zedelemeyen, asli sermayesi nurlu eserlere ait olduğu görülen diraî şerh ve izahların mutlak manada engellenmesi yerine “ehliyet ve vukufiyet” gibi bir kısım vasıfların varlığına tahsis edilmesi akla ve vicdana daha münasip olacağı değerlendirilmektedir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
27 Yorum