Ağır cezada Said Nursi’yi böyle savundu

Ağır cezada Said Nursi’yi böyle savundu

Bediüzzaman Said Nursî’nin vekili Avukat Bekir Berk’in Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesine Sunduğu İtiraz Dilekçesi-3

RisaleHaber-Haber Merkezi

BEDİÜZZAMAN'IN SON 60 GÜNÜ

Bediüzzaman Said Nursî’nin vekili Avukat Bekir Berk’in Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesine Sunduğu İtiraz Dilekçesi-3

 

İman Bayraktar

 

d) Muhterem Müvekkilim Bediüzzaman Said Nursî, Allah'ın emirlerine teslim olmuş, Hazret-i Peygamberin ümmetinden olmayı en şerefli makam bilmiş, Resulullahın yolunda yürüyegelmiş, rehber-i mutlak olarak yalnız Kur'an’ı tanımış, imanı kurtarmak için «EL ULEMAÜ VERESETÜ’L-ENBİYA» Hadis-i Şerifi mucibince hareketle Kur'an güneşinin nurunu, Risale-i Nur ayinesiyle küfür batağına saplananlara bu batağa itilenlere bir vesile-i necat olarak sunmuş, küfrün karşısında imanın bayraktarı, Nur-ı Kur'an’ın ayinedarı olarak daima mücadele edegelmiş, bu yoldaki hizmetine sed çekmek isteyenlere boyun eğmiyerek şöyle haykırmıştır:

 

«Yüzer milyon başların feda oldukları bir kudsî hakikata başımız dahi feda olsun. Dünyayı başıma ateş yapsanız, hakîkat-ı Kur'aniyeye feda olan başlar zındıkaya teslim-i silâh etmiyecek ve vazife-i kudsiyesinden vazgeçmiyecekler. İnşaallah.»

 

Sünnet-i Seniyeyi Rehber Yap!

 

Evet, bu salâbet-i imaniyeyi gösterip, Ehl-i Sünnet ve Cemaat olan ehl-i hak mezhebini karargâh yap ve Kur'an-ı Mu'cizü’l-Beyanın muhkemat kal’asına gir ve Sünnet-i Seniyyeyi rehber yap, selameti bul.» emrini verdikten sonra Fahr-ı Âlem efendimizin âlemlerin sultanı, kâinatın sebeb-i hilkati, nev-i beşerin rehber-i ekmeli olduğunu:

 

«Hatemü’l-Enbiya Aleyhissalatü Vesselamı tanımalıyız, dinlemeliyiz. Evet, O burhanın şahs-ı manevîsine bak: Sath-ı arz bir mescid; Mekke bir mihrab; Medine bir mimber... O bürhan-ı bahir olan Peygamberimiz Aleyhissalatü Vesselam, bütün ehli imana imam, bütün insanlara hatip, bütün enbiyaya reis, bütün evliyaya seyyid, bütün enbiya ve evliyadan mürekkep bir halka-ı zikrin serzakiri. Bütün enbiya, hayatdar kökleri; bütün evliya, taravetdar semereleri, bir şecere-i nuraniyedir ki: Her biri dâvasını mu'cizatlarına istinad eden bütün enbiya ve kerametlerine itimat eden bütün evliya tasdik edip imza ediyorlar. Zira O: «LA İLAHE İLLALLAH» der dâva eder… O nur olmazsa, kâinat da, insan da, hatta her şey dahi hiçe iner. Evet elbette böyle bedi' bir kâinata, böyle bir Zât lâzımdır; yoksa kâinat ve eflâk olmamalıdır… İşte bak: Berk-i Hâtıf gibi O'nun nuru şarktan garbı tuttu. Ve nısf-ı arz ve hums-u beşer, onun hediye-i hidayetini kabul edip hırz-ı can etti… Bizim nefis ve şeytanımıza ne oluyor ki; böyle bir Zatın bütün dâvalarının esası olan «LA İLAHE İLLALLAH»ı bütün meratibiyle kabul etmesin… Bu Zata karşı her şeyi bırakıp O'na koşmak, O'nu dinlemek lâzım gelirken; ekser insanlara ne olmuş ki, sağır olup kör olmuşlar, belki divane olmuşlar ki bu hakkı görmüyorlar, bu hakikati işitmiyorlar., anlamıyorlar!... Biz Kalû Belâdan Cemiyet-i Muhammedide dahiliz. Cihetü’l-Vahdet-i İttihadımız tevhiddir, peyman ve yeminimiz imandır;.... nizamnamesi Sünnet-i Ahmediyyedir. O cemaatın ilelebet ve muhallet naşir-i efkârı umum kütüb-ü İslâmiyye ve her vakit naşir-i efkârı başta Kur'an ve tefsirleri ve bu zamanda bir tefsiri Risale-i Nur ve İ'la-yı Kelimetullahı hedef ve maksad eden umum dinî ve müstakim ceraiddir. Müntesibînî umum Mü'minlerdir; reisi de Fahr-ı Âlemdir.» demek suretiyle de ifade edene dinde sahtelik isnadında bulunmak namus, şeref, itibar ve haysiyete tecavüz olan isnatların en şenî ve yalnız Müslümanları değil, müvekkilimin namert olmayan bütün düşmanlarını dahi titreten bir tecavüzdür.

 

Kararın Esbab-ı Mucibesi

 

e) Adem-i takip kararının esbab-ı mucibesinin baş tarafında «Nurculuk diye dini bir mevzuu ortaya atan müştekiye» denmektedir. Önce bunun kelimeleri üzerinde duracak ve bir prensip meselesini ortaya koyacağız. Şu veya bu müddeiumuminin şahsî kanaatına, politik meşrebine veya hissi durumuna göre dinî inançları doğru sayılsın veya sayılmasın; ve o şahıs savcıya göre sevimli olsun veya olmasın, bir insanın «dini bir mevzu» üzerinde yazmış, konuşmuş ve çalışmış olması o insanı, insan haklarından mahrum etmez. O insanın üzerinde kanunun himayesini sıyırıp çekmek için savcılara bir hak vermez. Başka insanlara tatbik edilen kanunların hükümlerinde sırf o insana mahsus olmak üzere bir istisna tatbikini meşru kılmaz. Bu da bir bedahattir. Kanunların, anayasaların, insanlığın, ahlâk ve mantığın bir bedahati... Maalesef bu bedahati de arzetmek mecburiyetinde bırakıldık. Çünkü bu adem-i takip kararı ancak bu bedahete karşı gözler sımsıkı yumulmak suretiyle kabil-i müdafaa olabilir. (Bu mantığa göre, dinî bir mevzu ortaya atan dinde sahtelik yapıyor.)

 

Kur'an-ı Kerimi Tefsir Edenler!

 

Asırlardan beri izlerinden milyonların yürüyüp geldiği ve kıyamete kadar geçeceği İslam cadde-i Kübrasında yol açan mezhep sahipleri: Ebu Hanife, İmamı Şafii, İmam-ı Malik, İmam-ı Hanbel ve hak tarikatların kurucuları dini mevzularda görüş ortaya koymuş olduklarından —bize tatbik edilen mantığa göre— dinde sahtekâr mıdırlar? Ve yine dini mevzular ortaya atmış ve işlemiş olan Abdulkadir-i Geylani, İmam-ı Gazali, Muhyiddin-i Arabi, İmam-ı Rabbanî, Beyazid-i Bistami, Şah-ı Nakşibend ve Mevlâna Hazretlerine yine dinî sahteler mi denilecek? Kur'an-ı Kerim'i tefsir etmek suretiyle dini mevzular ortaya atmış olan «Nuru’l-Beyan» sahibi Hüseyin Kâzım Bey ve arkadaşlarına; «Hülasatü’l-Beyan» sahibi Mehmed Vehbiye, «Hak dini Kur'an Dili» sahibi Elmalılı Ahmed Hamdi ve sair dinî eser sahibi şahsiyetler mevzular ortaya attıklarına göre —bize tatbik edilen mantık gereğince— dinde sahtekâr mıdırlar? Öyle mi? Bu neticeye götüren ve bedahetleri çiğnenen mantığa değil ilim sahipleri, umumi kültürlüler; din derslerini ilkokulda ilk defa gören çocuklar bile tebessüm eder, insaf, mantık, merhamet, iz'an da ağlar...

 

f) Nurculuk Mevzuunda İşin Hakikatına Gelince:

 

Müddeiumumî Muavini Müfit Birsen'in iddiasının aksine muhterem müvekkilim tarafından «Nurculuk» diye ortaya atılmış bir mesele yoktur. Nur kelimesi, sadece müvekkilimin yüz otuz küsur parçadan mürekkep olan külliyatın unvanıdır. Risale-i Nur Külliyatının müellifi Bediüzzaman Said Nursî «Nurcu» kelimesini sistemli mânada bir dava ve doktrin ifade etmek üzere hiç bir zaman kullanmamıştır. «Nurcu» ve «Nurculuk» kelimeleri ilk önceleri başkaları tarafından kullanılmaya başlanmıştır. Halen de İslâmdan ayrı dini bir sistem mânasında olmamak üzere hemen herkes tarafından kullanılmaktadır.

 

İşin hakikati müvekkilim, Risale-i Nur adını taşıyan bir külliyat telif etmiştir. Bu külliyatı okuyana «Risale-i Nur talebesi» veya «Nur talebesi», kısaca «Nurcu» denmektedir. Risale-i Nur, Kur'an-ı Kerim’in bir tefsiridir.

 

 (Devam edecek)