Adıyaman yolu bir yaman[i] yol-1

Adıyaman mübarek bir şehir. Zikrin Anadolu’ya yayıldığı merkezlerden biri. Kalbden kalbe Allah’ın nurunun in’ikas ettiği bir nurlu şehir. Bu sebeble midir bilmiyorum kavuşması ulaşması benim için kolay olmadı doğrusu. Bu şehrin huzuruna çıkmak kolay değilmiş demek ki.

Bundan birkaç ay evvel de Adıyaman’a gitmeye teşebbüs etmiştim. Biletimi de bir ay evvelinden almıştım. Hani derler ya “kader konuşunca kul susarmış”. Tam da buna benzer bir hal oldu. Evvelden her zamanki gibi namaz vaktini hesap ettim. Öğlen namazı rahat rahat Adıyaman’a yetişiyor idi. Kendimi de bu konuda az çok tanıdığımdan tembih ettim ki “Afife, Adıyaman’da kılarsın şövalyelik etmeye gerek yok.” Nedense bu tembihlere rağmen hava alanında ikinci kez düşündüm uçağın kalkmasına 25dk. Vardı. Biletim de elimde sadece kapıdan geçip uçağa binmek kalmış. Hesap ettim ki 10 veya 15 dakika içinde namaz kılsam kalkışa on dakika kala binebilirim. Heyhat bu nasıl hesap! Sanki hiç binmemişim daha evvel. Kalkmadan 10 dakika evvel uçağın kapıları kapanır oysa ki. Ne ise o anda hiç bunu düşünmedim. Ben kahramanca namazımı kılacaktım sadece. Hamd olsun öğlen namazımı eda ettim. Dedim : “Allah’ım ben de seninim uçak da senin gideceğim yer de”.

Namaz kılıp yukarı çıktığımda beraberimde olan babam “artık çok geç yetişemezsin” dedi. Haklı idi ama yine de bir denedim evet çok geçti. Ne ise gerisin geriye eve döndük. Doğrusu hava alanına kadar babamla baş başa bir yolculuk yapmak ve yolda okuduğum tahmidiyenin bereketinden gelen huzur güzeldi. Her zaman maksuda ermek yok bu dünyada. Esasen içinde bulunduğumuz dünyada esas maksat olabilecek keyfiyette bir nesne de yok.

Bu sefer Adıyaman’a uçacağımda ise kalkış saatine 35 dk. kala hava limanında idim. Online chek-in de yaptırdığım için rahat davranıyordum ne de olsa bagajım da yoktu. Fakat gelin görün ki işlem yaptırmak istediğim bankodaki beyefendi 45 dk. Evvel orada olmadığım gerekçesi ile bana “geç kaldı” bileti kesiverdi. Meğer o işlem yapılınca artık işler daha da zorlaşıyormuş.

Bu vesile ile size de bir tüyo vereyim aklınızda bulunsun. Eğer bagajınız yok ise online chek-in yaptırdıktan sonra biniş kartı bastırırsanız yani; yazıcıdan çıktısını alırsanız hiç bankolara gitmenize gerek olmadan direk uçağa gidebilirsiniz. Böylece kimse size az bir gecikme yüzünden geç kağıdı kesmez. Ne ise…

Bu telaşlı kısımları daha fazla anlatarak aynı heyecanı bir daha yaşamak istemiyorum epey “bindim binecem” “oldu olacak” sancısı çektikten sonra çar- naçar biletimin mümkünse saatini değiştirmek için bilet ofisine gittim. Adıyaman’a Ankara’dan her gün sadece bir uçak olduğundan “yarın gidebilirsiniz” dediler. Tabi ki Sempozyumun çok büyük kısmını kaçırmış olacağımdan bu olmazdı. Bir de bu var ki; yola çıkmıştım artık, otobüs ile de olsa gitmem gerekti. Sonuçta gezmeye gitmiyordum ki “yarın da olsa olur” diyeyim.

Aktarmalı uçuşları kontrol ediyor idik. Eğer İstanbul aktarmalı gidecek olsam İstanbul’dan Adıyaman’a aynı gün uçuş yoktu. Böyle olunca mecburen Adıyaman’a yakın illere olan uçuşları kontrol ettik. İstanbul aktarmalı gidecektim ama hangi şehir üzerinden?

Önce Kahramanmaraş gündeme geldi sonra Malatya. Ve Üçüncü olarak Urfa…

Tabii bana yardımcı olan görevli bu uçuşları gündeme getiriyor. Urfa diğer şehirlere ağır bastı benim iç alemimde. Orası Peygamberler Şehri idi. Hem Üstadımın ölmek için hastalık içinde ve zahmetle gittiği mübarek şehir idi. Urfa’nın Adıyaman’a kaç kilometre uzaklıkta olduğunu ise görevli bilmiyordu. Yan bankoda işlem yaptıran yolcu ben demeden telefonundan bakmış sağ olsun. Bana dönüp de: “114 km.” dediğinde şaşırdım ve teşekkür ettim.

İstanbul uçağının kalkmasına çok az vakit olduğundan görevli yetiştirmek için hızla işlemleri tamamladı ve ben koşarak biniş kapısına gitmeye başladım. Evet, bir işteki zahmet makbuliyet alametidir. Elbette kişi kendi hatasından dolayı zahmet çekiyor ise bunu bir de o açıdan ele alması gerekir. Fakat bu yolculuk doğrusu benim hayatımın bir küçük numunesi gibi idi. Uçağa rahatça binip Adıyaman’da inerek sempozyuma gidivermek pek de benim tarzım değildi. Benim koşmam, terlemem, zahmet çekmem ve “acaba maksuda erebilecek miyim” telaşını yaşamam gerekti. Şunu da eklemem gerekir ki “kopartmasından zahmet çeksem hoşlanırım” diyen Üstadım çok haklı. Böyle bir serüven ile ve “acaba ulaşır mıyım ki?” belirsizliği ile birlikte Adıyaman’a ulaşmak elbette gidivermekten çok daha lezzetli idi. Hayy Allah size ulaştığımı da demiş oldum bu arada. Heyecanda mı kalmalı idiniz “acaba ulaşacak mı?” Eğer bir roman yazıyor olsa idim şüphesiz buna dikkat etmem gerekirdi. Heyecanla beklenen vuslat anının yaşanıp yaşanmayacağı konusunda en ufak bir ip ucu bile vermemek. Evet, mutlu veya hüzünlü sonu evvelden haber vermemek. Ne ise bu bir yazı olduğuna göre sorun değil öyle değil mi?

Koşa koşa kan ter içinde giriş kapısına ulaştım ve hamd olsun uçağa kadar gidebildim. Oturduğumda ilk yaptığım iş bilgisayarımı açmak oldu. Sempozyum vesilesi ile bir süredir ihlas konusunda demir atmıştı fikir gemime binen aklım, kalbim, ruhum ve nem varsa. Her gün yeniden “İhlas” başlığı atıyor ve her gün altına başka başka şeyler yazıyordum. Gittikçe de aklım karışıyordu ne idi ki bu “ihlas”?

Esasen hava alanına gelinceye kadar da defterime yeniden ihlas başlığını atmış ve yeniden bir daha sayfaları doldurmuştum. Bilmiyordum acaba bir sır böyle yaza yaza bulunur muydu? Görünmeyen bir sırra, görünür yazılı kelimeler ile gidilebilir miydi? Olsun, benim işim aramak değil miydi? Elimden gelen de yazmaktı ne yapayım bende bu yol ile arayacaktım. Bulup bulmamak ise benimle pek ilgisi olan bir konu değildi. Neticeler bizim değildi. Sadece çaba, gayret, aramak, istemek hatta şiddetle talep etmek ve çalışmak durmadan ve yılmadan çalışmak bizim işimiz olabilirdi. Bulmak ve maksuda ulaşmak ise yani; netice ise Allah’a aitti. Şükür ki ilmen bunu öğrenmiştim ihlas konusuna çalışa çalışa. Fakat ilmen bilmek ile yaşamak bir miydi ya? İşte bütün mesele burada idi. Bildiğimi yaşamak, hayata geçirmek.

Urfa üzerinden gidecek olmak heyecanlandırmıştı beni içimden dedim: “Üstadım, sen oraya ölmeye gitmiş idin ben ise ölü yanlarımın dirilmesini umarak gidiyorum. Senin öldüğün yerden dirilmeye gidiyorum.” Evet, ihlas bizi diriltecek olandır. Ölü taraflarımız, şevk ve gayret ve çalışmak noktasındaki ölgün hallerimiz ihlas ile dirilecek inşallah. Kendi fıtratımızı yaşamak, lezzetle Allah’ın rızasını takip etmek, akıl kalb beraberliğinde vicdanın dediğini yapmakla dirilebiliriz. Nefsimizi bile bu sırf rızay-ı İlahi için olan işe ikna etmekle şevke binip halisane faaliyetlere dalabiliriz. Muhterem Fırıncı Ağabey’in dediği gibi : “din hayatın hayatı, din ile olur bu milletin ihyası dedi Üstadım, ben de derim ki: ihlas dinin hayatı, ihlas ile olur dinin ihyası”. İnşallah Fırıncı Ağabey ile üç dakikalık mülaki oluşumu ve bende uyandırdığı hayreti ve mahcubiyeti de bir yazıda paylaşmak nasib olur.

İstanbul uçağındaki maceralarımdan ve yol boyu kesintisiz yol arkadaşımla paylaşımlarımdan bahsetmek isterim. Birbirimize birer tebliğ kadar içerikli ve uzun sunumlar yaptık zannederim. Ve birbirimizi görüşlerimiz zıt olan konularda bile sessizce dinlemiş olmamız da ayrı bir şükür vesilesi idi. Sorgulamadan yargılamadan ve sadece anlamak için dinlemek ve paylaşımda bulunmak hakikaten tadına doyum olmayan bir şey. Bir başka güzellik de bu idi ki; başkalarının yapıp ettikleri üzerinden değil kendi faaliyetlerimiz üzerinden konuştuk. Zaten kavga etmememizin sebebi de bu değil miydi?

 

[i] “yaman” kelimesinin Türkçe lügatta iki manası var:1. Alışılmışın üzerinde olan 2. Kötü, korkulan. Elbette burada birinci anlamında kullanılmıştır. Bir manada Adıyaman’ın ve yolunun fevkaladeliğini anlatmaktadır. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum