Adıyaman yolu bir yaman yol-3

Urfa’ya indiğimde akşam vakti idi. Oradan Adıyaman’a gidebilmek için Havaş otobüsüne bindim ve otogara doğru yola çıktım. Bu arada beklemediğim bir telefon aldım, beni karşılamak üzere hava alanında olduklarını ve hanımı ile beraber beni alıp arabaları ile Adıyaman’a götüreceklerini söylüyorlardı. Kendilerini Din Hizmetler ve İhlas Sempozyumu organizatörü aramış ve gelişimi haber vermiş. Kaçırmış olduğum uçakta Sempozyuma giden arkadaşlar vasıtası ile benim Urfa’dan geleceğimden haberdar olmuşlardı. Doğrusu hem şaşırmış hem de onore olmuştum. Fakat ben İhlas sempozyumuna gidiyordum ve kimsenin minnetini almadan gitmem gerekirdi. Böyle düşündüğüm için kendilerine teşekkür ettim ve otogara gitmekte olduğumu dedim. Bir süre sonra tekrar arayarak ısrar etseler de kararım kesindi. Ve nihayet Adıyaman’dan organizasyon sorumlusu İsmail Yıldız Beyefendi de telefon etti. Allah razı olsun gerçekten de benim için çok büyük bir jestti fakat ben kelimenin tam manası ile inat etmiştim, kimsenin minnetini alamaz ve rahatını bozamazdım hele ki İhlas Sempozyumuna giderken. Tabi muhataplarım bir anlam veremiyorlardı bu direnişime. Oysa ne büyük rahatlık ve kolaylıktı ve çok da hikmetli idi. Neticede bilmediğim bir şehirde bir akşam vakti ve yalnızdım. Fakat bende öyle bir his vardı ki kendimi Doğu illerimizde asla güvensiz hissetmedim ve etmezdim. Daha evvel Erzurum, Ağrı, Diyarbakır, Malatya gibi illerde bulunmuştum ve gerçekten de buralarda bir başka huzur hissediyordum. Hele Urfa peygamberler şehri idi. Ne bileyim emin belde gibi işte. Akşam vakti de olsa rahattım ve güvende hissediyordum. Erzurum’da geçirdiğim bir ramazan geldi aklıma her akşam yürüyerek uzak bir camiye teravihe gidiyordum ve Ankara’da olmadığım kadar rahattım. Hatta Ankara’da Hacı Bayram’ı ziyaret etmekten aldığım huzuru nerede ise orada Rus Pazarında bile bulabiliyordum. Bir gün cüzdanımı bir dükkanda unutmuşum da ertesi gün gittiğimde “abla inşallah gelirsin diye dua ettim” dedi dükkancı. Ağrı ziyaterimden dönüşte ise Hani Baba’yı bile ziyaret edememiş olmama rağmen çok mübarek zatların ziyaretinden gelmiş gibi bir hale girmiştim. Oraların insanında hakikaten dem ve damarlarına karışmış bir iman var. İlmen çok şey bilmeseler de kalblerindeki iman sapasağlam.

Evet, Havaş otobüsünden otogar kavşağında inip otogara kadar yürüdüm ve o kadar emindim ki otobüs olduğundan. Sonuçta bir buçuk saatlik bir yerdi her halde en azından saat başı otobüs bulunurdu değil mi? minibüsler de olduğunu ama belli bir saatten sonra çalışmadıklarını da Adıyaman’da misafir olacağım talebe evinde kalan kardeşlerimden öğrenmiştim. Gelin görün ki ne otobüs vardı ne de minibüs. Nöbetçi minibüs belki vardır dediler, alt kata inip baktım ki o da yok. Eh ne yapayım çar naçar beni arayıp götürmek için arayanları bu sefer ben aradım ve rica ettim. Tabi bu arada kendime de verip veriştiriyordum; ne kadar da kendinden eminsin, ne olacak ki insanlar da sevaba girmek istiyorlar belki. Ve dua ettim ki “Ya Rabbi sana karşı müstağni olmak ila azgınlaşanlardan etme bizi”.

Evet, istiğna harika bir şeydi ve hürriyet sebebi idi. Minnet altına girmemek de büyük ferahlık. Fakat Alak Suresinden öğreniyorduk ki Allah’a karşı kendini ihtiyaçsız görmek azgınlık sebebi idi. Bu ikisini nasıl mı bağladım? İçimde bunu öyle şiddetli hissetmiştim ki oradan bağladım “ben işimi kendim hallederim, kendim giderim”. Sonuçta bunu Allah’ın nimetidir diyerek baş üstüne kabul edebilirdim daha baştan. Ama ben önce müstağni davranıp sonra da kendim ister duruma düştüm. Ne ise…

Mübarek yol arkadaşlarımla sohbet ederek Urfa’dan Adıyaman’a doğru yol almaya başladık. Yıldızlar bize arkadaşlık ediyordu. Malum, Ankara’da hasretiz yıldızlara. Arada bir birkaç tanesini görsek bayram ediyoruz.

Sempozyumun ilk gününü kaçırmıştım. Vakit de geç olmasından direk kalacağım dersaneye gidip programa yarın sabah dahil olmaya karar verdim. Yol arkadaşım olan mübarek hanım da misafir olacaktı. Rahmetlik Emine Teyzem ile benzerlikleri beni şaşırtmıştı doğrusu. Öyle çok benziyorlardı ki. Ben ki rahmetlik teyzem ile bir kelime bile konuşamamıştım. Çünkü ben hiç Kürtçe bilmiyordum ve o da hiç Türkçe bilmiyordu. Ah bu ülkenin ne gariplikleri var. Anasının ana dilini bilmeyen ve Kürtlüğünü günah gibi saklamak zorunda bırakılan zavallı bizler... Bir başka kitap ya da yazı konusu olan bu konuda burada kalsın şimdilik.

Vardığımız dersanede akşam dersinden sonra yattık ve sabah namazından sonra yol arkadaşımın iki saate yakın süren zikriyle ferahlandıktan, kalbimiz sulandıktan sonra kahvaltı edip Sempozyuma vardık.

Evet nasıl anlatsam bilemiyorum doğrusu. Bir içtima ama ittifaklı bir içtima, bir beraberlik ama cismen değil kalbî bir beraberlik, beraber yapılan bir iş ama iştirak-i a’mal ve teşrik-i mesai ile yapılan bir iş. Her tebliğci konunun mühim bir ucundan tutmuş kaldırmış. Ve tebliğcilerin kalleri mi yoksa halleri mi daha etkili bir ihlas dersi veriyordu tartışılır doğrusu. Evet bir kez daha anlamıştım ki eğer ihlas kelimelere hayat olsa o kelimeler muhataplarına can olur. Hakikaten hem titiz çalışmalar yapmışlar hem de bir garaz bir propaganda bir kendini gösterme çabaları olmadığından direk konuya odaklanarak dinlemek mümkün oluyordu.

Konuları bana daha çok hitap ettiğinden belki de Cumartesi ve Pazar günkü sunumlardan en çok ilgi ile takip ettiğim tebliğcilerin adlarını da burada zikretmek isterim: Said Özadalı, Dr. Suat Alkan, Prof. Dr. Abdullah Özbek, Mehmed Evren, Doç. Dr. İshak Özgel. Himmet Uç’un Mehmed Akif Ersoy ile alakalı konferansı da kayda değer idi fakat bence Bediüzzaman’dan bahsederken dinlemek gerek Himmet Hoca’yı. Bir başka coşku, bir başka şevk ve duvarları lerzeye getirebilecek bir heyecan...

İnşallah tez zamanda sempozyumun tebliğleri yayınlanır. Risale Akademi’ye bunun kolaylaşması ve ivediliği için dua ediyoruz.

Bilirsiniz ki bu gibi programlarda gelende başlama saatlerine ve program akışına uyulması zordur. Fakat mekanın ihlası, tebliğcilerin ihlası ve katılımcıları ihlası bereketindendir ki tam anlamıyla “saat gibi işledi” program. Sadece program akışı değil, konaklama hizmetleri ve Belediye Başkanının doğunun samimiyetine tam ayine olan misafirperverliği de zikredilmeye değer doğrusu.

Üniversite talebeleri ile beraber kalmış olmak ise beni Medresetüzzehra ile alakalı bir heyecana sevk etti. Evet, Risale-i Nur okuyan üniversite talebeleri istiyorlar ki; mesleklerini Risalelerin esasları üzerinden icra etsinler ve Üstadlarının Medresetüzzehra hayalinin gerçekleşmesi için çalışsınlar. Bu fani dünyanın ahiret için bir tarla olmasına gayret etsinler. Bu konuda hakikaten gayretliler. Risalelerin harika talimi ile anlamışlar ki mesleklerini sadece dünya metaı için icra etmek ebter bir iştir ve ahirete müteallik ve bereketli olması için o mesleği Allah için ve Allah’ın kanunları dairesinde icra etmek iktiza ediyor. Ve yine anlamışlar ki Risale-i Nur’da çekirdek olarak bütün ilimlerin esasları vardır çalışıp kendi mesleklerine taalluk edenleri çıkartmak da onların vazifesidir. Böylelikle Risale-i Nur dil üzerinde imam olduğu gibi ilim ve fen üzerinde imam olacaktır zaten de öyledir ama bunun ilanı gerekir. Peki bunu kim ilan edecek? Meslek esaslarına vâkıf ve Risale-i Nur’dan kendi meslek esaslarına hâkim olan elbette. Mezce muktedir olmak bunu gerektiriyor öyle değil mi? yoksa dersanede Risalesini okuyan okulunda da oranın müfredatına ve çeviri kitapların küfür nazarı ile her şeye bakan kitapları ile mesleğini icra eden biri için Medresetüzzehra’nın bir talebesidir diyemeyiz öyle değil mi?  Bu konu, üzerinde uzun uzun durulması gereken bir konudur. Risale Akademi’nin 2012 senesinde, Bediüzzaman’ın maddi temelini attığı il olan Van’da tertiplediği Medresetüzzehra Sempozyumu ve 19 Nisan 2014’de Ankara’da tertiplediği Medresetüzzehra Çalıştayı bu konuda önemli adımlardır. İnşallah bu adımların devamını ve somut meyvelerini verecek bereketli faaliyetlerin sürekliliğini diliyoruz. Bu bir duadır, Bediüzzaman’ın bir duasıdır ve hayalidir. Bu, kimsenin kendi kalıpları altına alarak tahakkuk ettiremeyeceği, ancak kendini Risale kalıplarına akıtanların icra edebileceği bir büyük hayal bir diriliş hareketi bir kainat tefsiridir. Evet, kainatın ne olduğu ve ne iş yaptığı bu hayalin tahakkuku ile her insanın malumu olacaktır.

Böylece bir yol hikayesi hitama erdi. Pazar günkü geziden bahsetmedim, Adıyaman’ın manevi sahiplerinden, sahabi kabr-i şeriflerinden, tarihi mekanlarından ve meşhur helvasından bahsedemedim. Sempozyum notlarımdan kendime çıkardığım hülasayı ise bir başka yazıyla paylaşmak dileğiyle Sempozyumda emeği geçen, bizi misafir eden, getirip götürenlerden ve Medersetüzzehra’nın talebeleri ve gelecekte inşallah muallimleri olacak olan talebe kardeşlerim ve ablalarından Allah razı olsun.  

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
4 Yorum