Açılım hayatla barışmaktır, farklılığa alışmaktır

Hepimiz takdirin tecellileri ile yaşıyoruz. Hayatın sahibi Allah’tır. Çünkü Hayy O’dur. “Hayatı veren O’dur.”
Bazen istediğimizi yaşarız, kendimizi özne görme gafletine düşeriz. Sahipleniriz fiilimizi. Hâlbuki Fail-i Muhtar Allah’tır. Biz sadece isteriz, eğiliriz, yöneliriz, şartlara başvururuz. “O isterse ve hikmeti de iktiza ederse” kabul eder dualarımızı, ihtiyaçlarımızı ve arzularımızı.

Kaderin adaleti, bazen bizi haksızlığa maruz bırakır. Bir zalimin eliyle. Haliyle mazlum oluruz zalim karşısında. Masumiyetimiz, bir başka kusurun bedelini öder acımasızca imtihan olduğumuz demlerde ve dönemlerde.
Bazen de inayetin kolları altında korunurken daralırız. Bir yanlıştan, bir kısa gelecekten ve hazdan korunurcasına mağdur oluruz, mahcup ediliriz, dışlanırız, incitiliriz veya korkutuluruz, bir şiddete bir hiddete maruz kalırız.
Ya da yer kürenin beklenmeyen musibetleri, hastalıkları, haksızlıkları, savaş ve kıtlık bölgeleri ve gölgeleri bizimle buluşur. Ekrandan evimize misafir olur. Dünyanın tam orta yeri oluruz. Hepten sessiz, hepten çaresiz kalırız. Yutkunuruz, içimize atarız, kaderin sessiz çığlığında boğum boğum oluruz.

Bir deprem yakalar gecenin 03.02’sinde. Masumca bir çocuk gülüşü ile şahadet bizi yakalar böyle müstesna anlarda.  Binlerce kefensiz can düşer enkaza. Izdırap, yokluk, kayıp, çaresizlik, yitirilen umutların yanı sıra çırpınışın duyulamaması ve hissedilmemesi ayrı bir girdabın, meşakkatin ve sabrın eşiğinde zorlar bizi. Darılır, kaskatı kesilir, tekrar dirilir, tevekkülle Rabbi’ne sığınır veya şeytanın hilesinde isyana açılır gider yollar, yürekler ve haller.

Bütün bu hayat seyrini dışında, beklenmeyen, ama bilinen bir yüzleşmenin, bir trajedinin, bir ihanetin, bir cinayetin mağduru olurcasına teröre kurban gitmek, ülkedeki şiddetin ve kurşunların adres sormaz muhatabı olmak, ciğeri paralanan bir anneye ağıt bırakmak.  Evlat acısı yıkılma ise, daha hazin daha buruk ve bir o kadar da açmazın, bir idrak ve izan eksikliğinin, sistem bozukluğunun ve inançsız yapılanmanın doğurduğu bir sosyal felaket ve toplumsal cinnet bizi vurur can evimizden, dünyamızdan, dağımızdan. Dalımızdan koparır, fitne eker, intikam besler ve gözü kan çanağına büründürür.

Daha vahim ve hayatı ucuzlatan ise; namlular barut kokusunu, kimyasal silahların ve biyolojik savaşların ruhları susturan modern cellât sürüleri ise işgali yaşatır mazlum ülkelere, halklara ve Müslüman coğrafyaya. Böylesi işgal altındaki bir ülkede milyonlarca katledilişin seslerini duyacak kadar komşu, kardeş ve kalben yakınsanız, ruhen aynı inancın parçasıysanız, yüreğin dağlanmaması, kalbin ve aklın parçalanmaması elde değil.

İşte bütün bu acıların dünde kalanı, hatta bir dakika öncesi ile yaşananları hatırlamakla, kan gütmekle, ihkak-ı hakla, intikamla, boğuşmakla, haksızlığa ayrı bir kapı açarak ve doğrularımızın ödediğimiz bedelini şimdi geri istercesine peşine düşerek, bu denli mazlumla zalimin iç içe sınavda olduğu bir dünyada nasıl çözeceğiz? Elbette bu son paragrafın farkı, direnişçi bir ruhla vatanını savunmaktır. İşgali def etmektir. Zulme ve zalime alt olmadan.

Hayatımızın veya bir başkasının bizimle ortak yeryüzü sofrasında oluşan problem, sıkıntı ve musibetler karşısında, bundan sonra ne yapmalıyız?

Sorumuz;
Dünün hesabını Allah’a ve hukuka bırakıp, yarınımıza musallat menfi ve mağrur nefislerden uzak durarak, hayatımızı yeniden yapılandırmaya, ümitle geleceğimizi inşaya ne dersiniz?
Gelin açılımı kalbimizden başlatalım. Kalbi açılım şart, yarını gömüp, geleceği beraberce planlamak için.
Bizdeki açılım faslını da böylece doğru zemine taşırız. Türkiye’nin en çok kalbi açılıma, akli müzakereye ihtiyacı var. Milli muhabbet, marifet, hakkaniyet ve birlik buna bağlı.

Dem, bu dem. Demokrasinin DEM’i olmalı. Demokrasinin OK’ları, fitneye atılmalı, onları bozmalı. Ve RAZIlık dileyelim toplum olarak kitlelerden ve birbirimizden. DEMOK RAZI olsun. Yeni RAZILIK sistemi lazım. Kabullenen, barışçı, ötekine saygılı ve taleplerine duyarlı bir sistem gerekli. Hakkaniyet temelinde bir sistem şart bu açılımda.
Bunun için basiretli âlimlere/öncülere, ferasetli idarecilere ve yüreği Harran Ovası kadar düz, geniş, pürüzsüz ve ufuklu adamlara/madamlara çok ihtiyaç var.

Türk-Kürt kritiği o kadar manayı sıkan, sevgiyi kıran ve fitneye iki tarafı da bodoslama attıran bir hal ki, mümin kalbi ve ağzı bin düşünüp bir söylemeli ve toparlayıcı olmalı, sarmalı, birleştirmeli ve barışı/huzuru destekleyen bir fedakârlığın, bir asaletin ve bir civanmertliğin adresi olmalı.

600 yıl böyle yaşadık ve büyüdük. Son yüzyıldır şu anki sonuçlara geldik.
Tekrar insana dair her farkı, fıtratı ve deseni derin bir kabulle, demokratik bir sabır ve şartsız bir şefkat ile sıkıntıları aşarız.
O zaman bozarız oyunları. Kesmeden koyunları ve boyunları.
Hayattan lezzet almak imanla, huzursa şefkatle mümkün. Bütün açılımlar saçılıma dönüşmeden, bu minvalde yol almalı.
Yürüyen müzakereler, tartışmalar ve lehte aleyhte diyaloglar inşallah bu vadiye akar.

Gidişat iyi, ancak yol uzun ve sabır ister.
Zihni ve kalbi donanımı müsait olanlar, bu yeni süreçte Risale bakışını daha etkili kılabilirler.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum