Açılalım ama nasıl?

Mevcut hükümet görünüşte kendisi için riskli bir açılım başlattı. Acaba bu faaliyetinde, başörtüsü girişimi gibi bir çıkış ve statükonun duvarına toslamakla mı bitirecek diye düşünürken baktık ki MGK da açılıma olumlu bakıyor.

Demek açılıma devlet kendisini mecbur hissediyor.

Neden açılıma ihtiyaç hissediliyor? Demek bir sıkıntı, bir daralma ve bunalma var.

Evvela sıkıntının kaynağına inmek lazım. Nasreddin Hoca misali para kaybedildiği yerde aranmalı.

Etrafı sinekler istila etmişse, bataklığı kurutmak lazım. Bataklığı kurutmadan yapılan tüm çabalar boşa gider.

Şimdi, bu necip vatanın sıkıntısı nerden geliyor? Nereden kaynaklanıyor? Oraya bakmak lazım.

Osmanlının yıkılması ve yerine kurulan devletin kuruluş aşamasına dönersek temelde yapılan bazı sapmaların bu günkü bunalımların temelini oluşturduğunu görmekte zorlanmayız.

İttihatçıların bozuk kısmı “din bizi geri bıraktı, Avrupa dini bıraktı onun için ilerledi, biz de dini bırakmalıyız” hatalı tesbit ve teşhisi ile, din-i İslam’ı yanlış olarak Hıristiyanlığa mukayese ederek aldandı.

Bu zihniyeti devlet idaresine hakim kıldı, severek isteyerek dünyayı ahirete tercih etti.

İngiliz avam kamarasında “Türklerin istiklaliyeti neden tanındı?” tartışmalarında verilen meşhur cevap şöyleydi: “Türklerden artık korkmayın, onlar kendi elleriyle İslam’a mensubiyetlerini ve liderliklerini yırtıp attılar.”

Kurulan devletin felsefesi:  “Din öldürülecektir” (Lozan konferansını müteakip gazeteler)

İsmet İnönü’nün’in ifadesiyle “millet köhnemiş eski geleneğinden kurtarılacaktır.”

Sonra inkılaplar, İslam dinini saf dışı bırakma ve Bakanlar Kurulunun Allah’ı ve Ahireti ve iman hükümlerini inkar ve yeni gelen nesilleri Avrupai ve çağdaş (dini inançlardan soyutlanmış) ve kendi elleriyle Kur’an-ı bir tarafa atacak şekilde yetiştirilmesi.

Provake Menemen ve Şeyh Said İsyanı hadisesiyle sesi kesilen Müslümanlar.

Devlet tüm egemenlik ve hükümranlığıyla yıllarca eğittiği, istediği şekilde yetiştirdiği nesiller.

Sonra ne oldu Atatürk sevgisiyle ilkokuldan Üniversitelere kadar yetiştirilen nesiller seksen öncesi, ya Leninci, Ya Maocu  veya Nurcu oldu. Onda biri de -tüm devlet imkanlarına rağmen- statükodan yana olabildi.

Dini dışlayan bir zihniyetle yetişen nesiller, maneviyatı ret, şek ve şüpheci ve menfaatperest ve ırkçı oldu.

Bu şekilde yetişen ve Allah’ı ve ahireti bilmeyen  ve azabını düşünmeyen insanlar, Devleti soyup soğana çevirdi, hortumculukta dünyayı şaşkına çevirdik. Devlet iflasın eşiğinden kaç defa döndü.

Mazisini seven, inançlarına bağlı ekseriyet ise içe dönük yaşamaya başladı. Kendini kendince korumaya aldı. Elit kesimle kamplaşmalar, kutuplaşmalar oluştu. Arada derin uçurumlar meydana geldi.

Bir kısım ırkçı ve anarşist ruhlular  “en iyi Kürt ölü Kürt’tür”, bir kısmı da “en iyi Türk ölü Türk’tür” dediler.

Şarkın gençleri asimile edildi. Ne dinini, ne dünyayı bilemez hale getirildi. Onlardan bazıları bunun neticesi olarak eşkıya ve anarşist oldular, silahlanıp dağa çıktılar, askere kurşun sıkmaya başladılar, binler masumun kanı aktı. Trilyonlar boşa gitti.

Garbın yetişen nesilleri ise Avrupa-i olmaktan ziyade, kendine mahsus, laubali, sefih ve meyhaneleri eğlencehaneleri dolduran bir gençlik oldu. Uyuşturucu kullanma yaşı 11’e indi. Boyalı basına bol bol malzeme oldular.

Ne oldu? Bu sayede çağdaş mı olduk? Muasır, medeni devletleri teknolojide yakaladık mı? Ulus devlet olduk mu? Ümmetçi zihniyet bitti mi? Din öldü mü? İslam kardeşliği bitti mi?

Müslümanlar dini bırakıp Kur’an’ı elleriyle attılar mı? Avrupalılar gibi soyundular mı? Eşlerini birbirleriyle dansa kaldırıyorlar mı? Gece gündüz içip ayyaş oldular mı?

Kürtler hepsi  “Ne mutlu Türküm diyene”yi kalbine aklına nakşetti mi? Kürtlüklerini unuttular mı? Türklükleriyle övünüyorlar mı? Aleviler, İmam-ı Ali’yi (RA), Alibeyt sevgisini bıraktılar mı? Mezhepler silindi mi? ortadan kalktı mı?

Hayır!.. hayır!.. bunların hiç biri olmadı.

Türkiye kendi yürüyüşünü terk etti ama Avrupa’nın yürüyüşünü de öğrenemedi.

2.dünya savaşında sıfırı tüketen Alman ve Japonlardan seksen senedir sulh içindeki Türkiye fersah fersah geri kaldı.

Cemal Kutay’ın tabiriyle “maalesef bu millet bu yeni yolda üç nesil kaybetti.”

Bari bir dördüncü nesli kaybetmeyelim.

Osmanlının torunları olarak şimdi düşünüyoruz, nerde hata yaptık, hatayı nasıl düzeltebilir. Aksi halde bu yol bitirecek bizi.

Çare bellidir. Lafı uzatmaya gerek yok.

Çare: dışladığımız ama aslında mefahirimiz olan gerçek kimliğimize sahip çıkmak, öldürmek istenilen ve muvaffak olunamayan İslam Dinine yeniden devlet eli ve bilinciyle sahip çıkmak.

Çare: dini ilimlerle, fenni ilimlerin birlikte verildiği Bediüzzaman’ın tabiriyle “zülcenaheyn” nesilleri yetiştirmek.

Çare: Avrupa’nın fen ve sanayini alıp kendi varlığımızın, birlik ve beraberliğimizin ve gerçek huzurumuzun kaynağı olan İslam Dinine devlet şuuruyla sahip çıkmak.

Avrupa artık böyle bir devlete karşı gelemez. Zira artık ülkeler fethetmek devri, kılıç kuşanmak  devri bitmiştir. Şimdi ilim hakimdir, ikna hakimdir, evrensel gerçekler ve haklılıklar hakimdir.

Ecdadını, vatanını ve milletini ve tüm İslam Milletlerini seven insan olarak bunları söylüyoruz.

Bu iş nasıl olacak? Bu işi yine kanaatimce bu necip millet kendi imanıyla, inancıyla iz’anıyla çözecek. Çok zor olacak ama bu millet bu zorlukları aşmasını bilir, bilecektir.

Bu necip millet ayağına vurulan prangaların kırılmasında emeği geçenleri de asla unutmayacak, dualarından eksik etmeyecektir, bizim dualarımız da onların hayırlı hizmetlerde muvaffak olmaları içindir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.