Abdülkadir Badıllı’nın açıklaması

Abdülkadir Badıllı’nın açıklaması

Sözleri üzerine bir çok yanlış yorum yapılan Abdülkadir Badıllı, söz konusu yanlışlıklar ile ilgili bir açıklama gönderdi

Risale Haber-Haber Merkezi

Risale Haber’deki röportajından sonra hakkında bir çok yanlış yorum yapılan Bediüzzaman Said Nursi’nin talebesi Abdülkadir Badıllı, söz konusu yanlışlıklar ile ilgili Risale Haber'e bir açıklama gönderdi.

İşte Abdülkadir Badıllı’nın açıklaması:

Yanlış anlamalı itirazlara cevabım

Risale Haber’de yayınlanmış röportajımda hükümetin “Kürt açılımı” adıyla derpişedilmekte olan demokratik açılım için “Eyalet sisteminin uygulanması tarzında olsa en ensebı olur” mealinde bir beyanda bulundum. Bu fikri yirmi sene evvel Yeni Asya gazetesinde yayınldığım bir yazımda da (Bu yazı bilahere, “İslam Kardeşliği İçinde Türk-Kürt İlişkisi” adıyla kitaplaşarak yayınlandı. Ve bir çok baskıları yapıldı) teferruatıyla dile getirmişim. Benim bu görüşüm Hazret-i Üstad Bediüzzaman’dandır. Şahsi bir anlayışım değildir. Lakin gel gör ki, eyalet sisteminin ne olduğunu, nasıl bir uygulama olduğunu bilmeyen, bazı kardeşlerimiz, bizim bunu ortaya atmamıza hiddetlenerek bizi “kürt ırkçılığı”yla ittiham etmişlerdir.

M. Ali Bulut’un yazısında yer alan, “Badıllı Üstad hazretlerine götürüldüğünde, bugün kürt milliyetçilerinin serdettiği anlamda bir takım sözler sarfedince, Üstad onu Zübeyr ağabeye teslim edip ‘Bunun kafasını düzeltin, öyle getirin’ dediği bilinmektedir” hadisesi tamamen gerçek dışı ve uydurmadır.

Bu söz üç cihetle gerçek dışıdır:
1- Benimle ilgili olan tarafı: Kimse beni Üstada götürmedi. Henüz yaşım 16 iken kendim Urfa’dan (1953 Eylülünde) Abdullah Yeğin ağabeylerden adres ve mektup alarak gittim. Ve Üstadımız çok hasta iken beni kabul etti. Büyük ve çok rahimane iltifatlarına garkeyledi. Ben bir çocuk yaşta olarak hiçbir şey konuşmadan onun suallerine cevaplar vermeye çalıştım. Daha sonraki yedi defalar içindeki ziyeretlerimde de ben onun huzurunda ne sualler sordum, ne de siyasi manada bir şey konuştum. Püredep ve son derece ihtiram içinde onu dinledim.

2- Hazret-i Üstadla ilgili tarafı: Hazret-i Üstad tam aksine beni kucağına basıp başımdan öpmüş ve anlatıldığı tarzda herhangi bir şekilde öylesi bir şeyin vaki olmaması da ona karşı bir bühtandır.

3- Hakikatle ilgili tarafı: Hazret-i Üstad bu fakire sormuştu: “Kürd müsün, Arap mısın?” Ben de: “Kürdüm efendim” demiştim. Hakikat-ı hali söyledim. Benim bu tavrım Üstadın hoşuna gitmişti. Ve o günden itibaren bana “Kürdoğlu” diye hitap ediyordu.

M. Ali Bulut bey bu hadise için “bilinmektedir” dediğine göre, onun kaynağını biliyor herhalde. Bu durumda o “müfteri”nin kimliğini kendisinden istiyorum. Eğer “Ben onun kim olduğunu bilmiyorum” diyorsa, o durumda kaynağı, senedi belli olamayan söylentilerin tahkikini yapmadan yayınlaması en azından kul hakkına girecektir.

M. Ali Bulut beyin yazısında benim hayat-ı nuriyemle hiç teması olmayan şeyler bulunmaktadır. Bunlar geniş bir kitleye yayınlandığı için ve masum zihinleri bilerek veya bilmiyerek menfi yönde etkilemeye sebeb olduğu için bu cevabı yazmaya mecbur oldum.

Ben ilmi konuşuyorum, kitabi konuşuyorum. Eskiden beri tahkik ehli olmayı, gerçekleri olduğu gibi dile getirmeyi meslek edinmişim. Zaif, çoğu zaman da aslı olmayan rivayetlerle değil, nurlardaki yazılı asıl metinlere yazdıklarımı isnad ettirmeyi tercih eden bir insanım. Bu mesleğimi oradan buradan değil, doğrudan nurlardan almışım. Onun için pervasızca bildiğim hakikatleri hep yaza gelmişim.

Şahsımın bazı yorumlarla itham edildiği, Kur’an’ca, Peygamberce (asm) ve Hazret-i Üstadca memnu’ “Kavmiyetçi, ırkçılık” lafları hakikat olarak abes, fuzuli ve yersiz olduğunun ispatı için 56 senelik nurculuk hayatımın şahitliği kafi gelmektedir. Yoksa istesem çuvallarla laflar serdedebilirim.

1- Ben Eyalet sisteminin hakikatını Hazret-i Üstadın bir cami-ül kelim olan bir nutkunun bir bölümüne dayandırdım. Eyalet sistemi bir bölünme değil şer’i hürriyetin uygulama vesilesidir.

2- Hazret-i Üstadı takib edenlerin malumları olduğu üzere l908-l921 arasındaki zaman zarfında belki 50 risale ve makalelerinin altında lakap ve ünvanını “Kürdi” koyduğu gibi, l908 –l914 arasında yayınlamış olduğu nutuk ve makale ve eserleri içinde belki en az elli defa kendisinin Kürt milletine mensup olduğunu altını çize çize ve üstüne basa basa yazmaktadır. Nur risalelerinde de bunun aksini yazmamıştır.
M. Ali Bey ise “hayır, Üstad Kürt değildir” diyor. “Kürdi lakabını kullanması o bölgede yetiştiği için öyle diyor” demektedir. “Bir Kürt olan Arap Ali lakaplı o zat Arap olmadığı gibi…” diyor. Ama Muhammed-i Arabi ve Muhiddin-i Arabi ve benzeri insanlar herhalde o kayıttan azadedir.

Hazret-i Üstad Hazret-i Ali’nin (RA) manevi bir veledi olarak ondan hakikat dersini almış olması, nesebi seyyidliğinin çok üstündedir. Bizim burada ehl-i hakikat bir alimin dediği gibi: “O mehdiden de büyüktür.” Yani nesebî sülale ile değil, sünnet-i seniyye al-i beytliği esastır. İşte Hazret-i Üstad bu ikinci makbul al-ı beyttendir. Ama o Kürt kavmi içinde yetişmiştir ki, Hadis-i Şerifte “aslını, aba ve ecdadını inkar edip yüz çeviren küfre girer” hakikatına istinaden o, hiçbir zaman “Ben Kürt değilim, seyyidim” dememiş, aslını inkar etmemiştir.

Lakin İslam dinine çok büyük hizmetler yapmış olan emektar Türk milletine hizmet etmiştir. İslama hizmetleri noktasında bu milleti gayet samimi olarak sevmiş, takdir etmiştir. Ben de Üstadımın meşrebinde giderek Türk milletini (onun dindarlarını, bilhassa nurcularını) bütün ruhumla seviyorum, takdir ediyorum ve bunu aleme ilan ediyorum.

Hissi, hatarlı, memnu olan “kavmi ırkçılık”la hiçbir münasebetimin olamadığını da aleme duyurmak istiyorum. Kendi milletimi de seviyorum, refah ve saadetini temenni ediyorum. Kürt milletinin necabetini de, asillik ve sadıklığını da ilan etmek istiyor ve Hazret-i Üstadın bu kavme mensubiyetinde utanacak bir vaziyet değil, iftihar edilecek bir şey olduğuna inanıyorum.