Abdulkadir Badıllı Ağabey ile ilk görüşmemiz

Abdulkadir Badıllı Ağabey’in ruhuna ithafen bir yazı kaleme almaya niyet ederken takib ettiğimiz Kastamonu Lâhikası’nı okumak için açtığımızda tam da 13 nolu mektuba tevafuk etti. Mektup aynen şöyle:

“Kardeşlerim, bugünlerde biri Risaletü'n-Nur talebelerine, diğeri bana ait iki mesele ihtar edildi. Ehemmiyetine binaen yazıyorum.

Birinci mesele: Birinci Şuada iki üç âyetin işârâtında, Risaletü'n-Nur'un sadık talebeleri imanla kabre gideceklerine ve ehl-i Cennet olacaklarına dair kudsî bir müjde ve kuvvetli bir beşaret bulunduğu gösterilmiştir. Fakat bu pek büyük meseleye ve çok kıymettar işarete tam kuvvet verecek bir delil ister diye beklerdim, çoktan beri muntazırdım. Lillâhilhamd, iki emâre birden kalbime geldi:

Birinci emare: İman-ı tahkikî ilmelyakînden hakkalyakîne yakınlaştıkça daha selb edilmeyeceğine ehl-i keşif ve tahkik hükmetmişler ve demişler ki: "Sekerat vaktinde şeytan vesvesesiyle ancak akla şüpheler verip tereddüde düşürebilir." Bu nevi iman-ı tahkikî ise yalnız akılda durmuyor. Belki hem kalbe, hem ruha, hem sırra, hem öyle letâife sirayet ediyor, kökleşiyor ki, şeytanın eli o yerlere yetişemiyor. Öylelerin imanı zevalden mahfuz kalıyor."

Bu iman-ı tahkikînin vusulüne vesile olan bir yolu, velâyet-i kâmile ile keşif ve şuhud ile hakikate yetişmektir. Bu yol ehass-ı havassa mahsustur, iman-ı şuhûdîdir.

İkinci yol, iman-ı bilgayb cihetinde, sırr-ı vahyin feyziyle, burhanî ve Kur'ânî bir tarzda, akıl ve kalbin imtizacıyla, hakkalyakîn derecesinde bir kuvvetle zaruret ve bedâhet derecesine gelen bir ilmelyakînle hakaik-i imaniyeyi tasdik etmektir.

Bu ikinci yol, Risaletü'n-Nur'un esası, mayası, temeli, ruhu, hakikati olduğunu has talebeleri görüyorlar. Başkalar dahi insafla baksa, Risaletü'n-Nur hakaik-i imaniyeye muhalif olan yolları gayr-ı mümkin ve muhal ve mümteni derecesinde gösterdiğini görecekler.

İkinci emare: Risaletü'n-Nur'un sadık şakirtleri, hüsn-ü âkıbetlerine ve iman-ı kâmil kazanmalarına o derece kesretli ve makbul ve samimî dualar oluyor ki, o duaların içinde hiçbiri kabul olmamasına akıl imkân veremiyor.

Ezcümle: Risaletü'n-Nur'un bir hâdimi ve birtek şakirdi, yirmi dört saatte, Risaletü'n-Nur talebelerinin hüsn-ü âkıbetlerine ve saadet-i ebediyeye mazhar olmalarına yüz defa Risaletü'n-Nur talebelerine ettiği duaları içinde hiç olmazsa yirmi otuz defa selâmet-i imanlarına ve hususî hüsn-ü âkıbetlerine ve imanla kabre girmelerine, aynı duayı, en ziyade kabule medar olan şerait içinde ediyor.

Hem Risaletü'n-Nur'un talebeleri bu zamanda her cihetten ziyade hücuma mâruz olan iman hususunda, birbirine selâmet-i iman hakkındaki samimî, mâsum lisanlarıyla dualarının yekûnu öyle bir kuvvettedir ki, rahmet ve hikmet onun reddine müsaade etmezler. Faraza, mecmuu itibarıyla reddedilse, tek bir tane onların içinde kabul olunsa, yine her biri selâmet-i imanla kabre gireceğine kâfi geliyor. Çünkü he bir dua umuma bakar.”

Bu mektubu okuyunca sübhanallah dedim tevafuka bak diyerek hayretler içerisinde kaldık. İnşallah Abdulkadir Ağabey Üstadın bu mektubuna mazhar olan talebelerinden olmuştur.

Yine 21. Lem’ada: "Evet, sırr-ı ihlâs ile samimî tesanüd ve ittihad, hadsiz menfaate medar olduğu gibi, korkulara, hattâ ölüme karşı en mühim bir siper, bir nokta-i istinaddır. Çünkü ölüm gelse, bir ruhu alır. Sırr-ı uhuvvet-i hakikiye ile, rıza-yı İlâhî yolunda, âhirete müteallik işlerde kardeşleri adedince ruhları olduğundan, biri ölse, 'Diğer ruhlarım sağlam kalsınlar. Zira o ruhlar her vakit sevapları bana kazandırmakla mânevî bir hayatı idame ettiklerinden, ben ölmüyorum.' diyerek, ölümü gülerek karşılar. Ve 'O ruhlar vasıtasıyla sevap cihetinde yaşıyorum, yalnız günah cihetinde ölüyorum.' der, rahatla yatar."(1) ifadelerine de masadak olmuştur inşallah!..

Evet, Aziz üstadımızın bu güzel ifadelerinden sonra… Sene 1972, İmam-Hatip Lisesi 2. sınıfa geçmiştim. Mevsimlerden yaz mevsimi Temmuz ayıydı. Bir arkadaşımla birlikte Arapça okumak için Şanlıurfa’ya gitmeye karar vermiştik. Ancak oraya gittiğimizde kiminle görüşeceğimizi konusunda bir fikrimiz yoktu. Bu konuda kimden yardım alabiliriz diye düşünürken hemen rahmetli Mahmut Allahverdi Ağabey aklımıza geldi. O zaman “Hak yol” isimli bir mahalli gazete çıkarıyordu. Yardım almak üzere gazeteye gittik. Durumumuzu arz ettik. Bizim için Abdulkadir Badıllı Ağabeye hitaben bir mektup yazdı ve güler bir yüzle “Allah yardımcınız olsun kardeşler” dedi. Biz de ertesi gün Şanlıurfa’ya gitmek üzere yola koyulduk ve Urfa’ya vardık. Verilen adrese göre Zincirlikapıda bulunan “Zehraiye Medresesi”ne vasıl olduk. Tereddüt içerisinde kapının ziline bastık, kapıyı mütebessim yüzlü 20-25 yaşlarında genç bir ağabey açtı. Buyurun diyerek bizi içeri aldı. “Hoş geldiniz nereden geliyorsunuz” dedi. Adıyaman’dan geldiğimizi, Abdulkadir Badıllı Ağabeyle görüşmek istediğimizi söyledik. Tamam dedi müsaitse görüştüreyim dedi. Doğrusu biz de heyecanla Badıllı ağabeyin nasıl bir şahsiyet olduğunu merak ediyorduk. Biraz sonra bizi merak ettiğimiz Badıllı Ağabeye ait adeta küçük bir araştırma merkezi gibi kitaplarla dolu odasına götürdü. Heybetli fakat şefkatli ve güven veren mütebessim bir sima ile “hoş geldiniz” diyerek bizi karşıladı. Adıyaman’dan geldiğimizi, Mahmut Allahverdi Ağabey’in bizi gönderdiğini söyledik. Ona hitaben yazılan mektubu takdim ettik. Mektubu açıp okuduktan sonra, tebessüm bir çehre ile “çok güzel” dedi. “Mademki Mahmut Ağabey sizi gönderdi o halde; size önce Risale-i Nurları okumanızı, ondan sonra Arapça derslerini almanızı tavsiye ederim” dedi. “Çünkü Risale-i Nurları okuduktan sonra Arapçayı daha iyi kavrarsınız” dedi. Biz de peki dedik. Sonra, Hasan Tahsin abiye “Öyle ise bu kardeşlerimizle ilgilenin ve birer tane de Sözler kitabı verin, bu günden itibaren okumaya başlasınlar” dedi. Hasan ağabey her birimize birer Sözler kitabı verdi. Biz de hemen o gün Bismillah diyerek “Bismillah’tan” okumaya başladık. O kadar kendimizi kaptırmışız ki gecenin geç saatlerine kadar durmadan okuduk ve Haşir Risalesini bitirip öyle yattık. İki haftaya yakın Badıllı Ağabeyin bulunduğu Medresede misafir olarak kaldık. Sonra bizi başka dershanelerde misafir ettiler. O okuyuşla bir ay içinde külliyatı bitirdik. Gerçekten bizim dünyamız değişti, kendimizi yenden bulduk, ufkumuz değişti… Bunun üzerine Şanlı Urfa bizim hayatımızda yeni bir sayfa yeni bir ufuk açtı. Onun için geri kalan lise eğitimimi devam etmek üzere Adıyaman’da okuduğum liseden naklimi alarak Şanlı Urfa İmam-Hatip Lisesine kaydımı yaptırdım ve böylece dershanede kalma hürriyetime de artık kavuşmuş oldum.

Zaman zaman Badıllı Ağabeyin Zehariye Medresesindeki sohbetlerine katılırdık. Tabi o zamanki Nurculuktaki ihlâs ve samimiyet, Risale-i Nur sohbetleri ve talebeliği çok farklıydı. Belki yeni tanıdığımız için bize öyle geliyordu. Bilemem!.. Risale-i Nurları tanımadan önce Nurculuk denince aklıma hep yalan söylemeyen, dedikodu yapmayan, ibadetlerine ve Sünnet-i Seniyeye ittiba ve itina gösteren, kısaca dini bütün mükemmel bir Müslümanlık gelirdi. Gerçekten Risale-i Nurları ihlâsla okuyan ve bu halkaya ihlâsla dâhil olanların böyle olduğunu bizzat gördüm ve yaşadım. Allahıma binlerle şükürler ettim ve ediyorum. Bu başka bir duygu! Hani şair demiş ya “bazı şeyler vardır ki anlatılmaz yaşanır.” Gerçekten Nurları okumak ve nur talebeliği anlatılmaz yaşanır. İsteyen deneyebilir çok basit.

Bir sene sonra olsa gerek Badıllı Ağabey Risale-i Nurları Arapçaya tercüme etmek için Beyrut’a gitti. Orada bir müddet kaldılar. İşaratül İ’caz, Mesenevi-i Nuriye, Gençlik Rehberi ve Tefekkürat-ı İmaniyye gibi kitaplarını Arapça olarak, Asar- Bediyye’yi de Osmanlıca olarak bastırdılar. Onlardan kütüphanemde halen birer nüshasını hatıra olarak muhafaza ediyor ve istifade ediyorum. Evet, o ehl-i tahkik ve müdakkik biriydi. Hak bildiği bir konuda pervasızca konuşurdu. Hele üstadıyla ilgili bir konu ise hiç affetmezdi! Üstadı hakkında söylediği her şeyi belgelere dayandırarak söylerdi. Evet, onun hakkında anlatılacak o kadar çok şey var ki bu satırlarda anlatılması mümkün olmadığı için kısa kesmek zorundayım!.. Evet, Badıllı Ağabey hep hafızamda tazeliğini daha o günkü gibi muhafaza etti ve edecektir. İnşallah!..

54 yıldır Üstadından boş kalan mezarına yakın bir yere defnedilmesi, hayatını Risale-i Nurlara vakfetmesinin ve Aziz Üstadının yolunda olduğunun bir göstergesi olsa gerek. O dünyada iken hahişle bir an önce görmeyi arzuladığı Üstadına kavuştuğu gibi, berzah aleminde de onu hahişle bekleyen aziz üstadına kavuşmuş oldu!..Nur içinde yatsın! Ruhu Şad olsun!.. Âmin!..

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.