23 Nisan düşünceleri

Sabah yürüyerek kitap okumayı düşünmüştüm, ceplerime iki kitap koydum, yürümeye başladım, bir yandan da bisiklet sürecektim. Yoldan müzik sesleri gelmeye başladı, güzergahta bir ilkokul vardı. İlkokul çocukları toplanmış başlarında okul müdürü, aileler, öğretmenler, sıra halinde bahçeye dizilmişler. Onların düzene girmesi için öğretmenleri oldukça gayret sarfediyordu. Çocuklar altı-yedi-sekiz yaşlarında, sabi yapılarını aşamamışlar. Düzene girdikten sonra bu saf dimağlar gruplar halinde ellerindeki aksesuarları sallayıp müzik eşliğinde dans etmeye, eğilip kalkmaya başladılar. Arada da güne göre sözleri olan şarkılar söylediler.

Küçücük dimağlar 23 Nisan neşvesi ile kendilerinden geçtiler mi yoksa çocukluklarının saf ve deruniliği ile mi hareket ettiler? Kimse 23 Nisan’a dair, cumhuriyete dair, meclisin kurulmasına, meclisin bir toplumun hayatındaki yerine temas eden basit de olsa bir konuşmada bulunmadı.

Ben çocukları seyretmekten eskiye oranla kat kat ilerde bir acip zevk alıyorum. Onların saflıkları, hareketlerindeki derunilikleri beni etkiliyor. Henüz kirlenmemiş dimağları, yüzleri semavat saflığında insanı tesir altına alıyor. Chatubrilland “Bir çocuğun yüzüne bak cenneti göreceksin” diyor. Hakikaten onların yüzünde cennetin saflığı görülüyor.

Çocuklar her zaman neşeli ve deruni hareket ederler. Babasını kaybeden Peygamber Efendimizin (asm) yolda annesini de kaybettiğini hatırladım. Acaba o küçük nebiler nebisinin babasının kaybından sonra hizmetçisi ve bakıcısının yanında annesini de kaybettiği esnada onu defneden büyük peygamberin (asm) yüzü ne şekil aldı? Kalbi neler hissetti? Onu hep merak etmişimdir, okuduğum kitaplarda o an ne tür bir tavır sergilediğini göremedim ama düşündükçe kalbim dayanmıyor, o büyük ızdırabı o küçük bedenin nasıl karşıladığını tahmin edemiyorum, bu cümle de fazla ya…

Bediüzzaman, Eskişehir hapishanesinin penceresinden cumhuriyet bayramında oynayan kızları görünce onların gelecekteki halleri ona görünür, o da ağlar. Onların kabirde azap çektikleri görünür, dayanamaz “beni kendi halime bırakın“ der. O beşyüze yakın küçük çocuğun ahirette imanları kendini iman davasına vermiş. Ama biz kendi dünyamızda cemiyet kendi dünyasında, kimsenin onların ahiretine ağladığı yok. Ama ben kendime “ya Allah benden o küçük çocukların imanına ve evreni yaratana karşı sorumluluklarına ne katkıda bulundun” derse ben ne diyeyim?

Her yıl Cumhuriyet bayramı, 23 Nisan, 19 Mayıslarda çocuklarımız bahçelerde toplanır, milli neşideler eşliğinde günü kutlarlar. Cumhuriyetin mimarları eski rüştiyelerin, idadilerin yapısındaki din ve milliyet dengesini koruyamadılar. Din ile milliyet ayrı vadilerde akmaya başladı, hatta din tamamen gitti. Ezan sustu, camiler kapatıldı, köy  camilerinin önünde Kur’an’lar yakıldı. Çocuklarımız milli neşidelerle, millli 19 Mayıs tiyatroları ile yaşatıldı. Aradan 90 yıl geçti, sadece o günlerin heyecanları ile bugünlere geldik. Nasılız acaba?

Peygamberlerin doğum günü önemli. Hz. İsa’nın doğum günü bizi bile işgal etmiş bir ihtifal günüdür. Yeğenim elinde çiçeklerle, hediyelerle eve girdi. Ne onlar dedim. “Yılbaşı hediyelerimiz” dedi. “Miraç da, Mevlit Kandilinde daha başka kandillerde de böyle hediyeler alıyor musun?“ diye sordum. Bir şey demedi. Doksan yıldır din milliyet dengesi kurulamamış bir eğitim sistemi ortadan neredeyse ikiye bölünecek, bir taraf PKK bir taraf Gezi hala bir yaklaşma yok. Ufak kırıntılar neviinden.

20 Nisan Miladi takvime göre Peygamberimizin (asm) doğum günü. Hiçbir radikal modernist Hıristiyan Hz. İsa’nın doğum gününü gereksiz ilan etmemiş, dünyayı sesine çağırmış o gün. Helal olsun yapmışlar. Şimdi 23 Nisan’da çocuklar dans etsinler. Güzel, güzel de Peygamberlerinin doğum gününde o çocuklar, bir araya gelip öğretmenlerinin organize ettiği mevlid şarkıları, Süleyman Efendi’nin mevlidini, koro halinde söyleseler, arada bazı çocuklar Kur’an okusa, birlikte Yunus ilahileri okusalar… O gün bütün okullarda ilk, orta, lise, üniversitede Mevlid Kandili günü olsa…  Olmaz mı? Ne kaybederiz? Bunları yapmadıktan sonra biz nal toplarız, sinek öldürürüz, eşek arısı boğarız, ama yine bataklık...

***

Malazgirt’e, Anadoluya girdik, o girişle Anadolu şereflendi. Dini mübin ile o günü bayram yapsak Malazgirt günü, yine milli şarkılar, ilahiler, marşlar söylesek, olmaz mı? Bunları söylerken içim yanıyor.

Yahya Kemal Alparslan’a bir milletin tarihsel borcunu bir şiirle ifade eder:

Alparslan'ın Ruhuna Gazel

İklîm-i Rûm’u tuttu cihangîr savleti
Târîh o işde gördü nedir şîr savleti

Titretti arş ü ferşi Malazgird önündeki
Cûş ü hurûş-ı rahş ile şemşîr savleti

On yılda vardı sâhil-i Kostantaniyye’ye
Yer yer vatan diyârını teshîr savleti

Ey şanlı cedd-i ekberimiz âb-ı tîginin
Bî-hadd imiş güneş gibi tenvîr savleti

Tasvîr eder mi böyle şehinşâhı ey Kemâl
Şimşekten olsa şi’rde ta’bîr savleti

***

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum