15. Söz

Bediüzzaman’ın öğretisinin birinci basamağını okullar teşkil eder, hitaplarında  “mektepli efendi” diye hitab eder. Resmi tahsil alaların makul ve yerinde hitaplarla kanaatlerini düzeltir. On Beşinci Söz isimli eserinde, dünyanın semasını güzelleştiren onun güzelliğini bozmaya gayret edenleri de cezalandırır. Meali civarındaki ayeti esas alarak zihni darlaşan ve aklı gözüne inen mektepli efendiyi ikaz eder. Ayetin semasına yedi basamaklı bir merdivenle çıkar, zihni dar ve aklı gözünde anlayışın aklını ve zihnini genişlendirir.

Bediüzzaman fennin, felsefenin ve hayatın darlaştırdığı akılları ve gözleri büyüterek onların perspektiflerini ilahileştirir. Perde altında onun gayreti aklı ve gözü  kurtarmaktır. Aklına ve gözüne müstakim bir alan belirleyen kişi hidayet vadisine kapağı atar. Bediüzzaman bu zıt adamın elinden tutar ve onunla yedi basamaklı merdivenden çıkmaya başlar. Onu incitmeden arkadaşane tavırla tedavi eder. “Gel beraber çıkacağız” der. Bu kainat süslendirilmiş ve tezyin edilmiş bir kainattır.

Bediüzzaman insanlar ve cinler ile melekleri seyirci, mütalaacı ve dellal olarak  niteler. Bu kadar harika olaylarla akan zaman nehrinin olayları elbetteki seyirciyi gerektirir. Sanat insanın bu seyretme özelliğini çalarak ona gereksiz  sayısız şeyleri seyrettirerek, gözünü ve idrakini  çalmıştır. Şirk birliğe müdahaledir, ama gözü arzuların emrine vermek de farkında olunmayan ama  tehlikeli bir ortaktır. Ruhun penceresi olan göz bu şekilde arzuları tahrik eden bir kötü kişiye dönüşür. Vatan kurtarmak da insanın kendini beş duyusunu kurtarmakla alakalı bir yoldur. Vatanı kurtarmanın yolu da kişinin kendini arzularından kurtarması ile mümkündür.

Bediüzzaman yüz elli yıllık yeni insan arayışında insanı kurtarmaya çabalar. Altıncı söz onun insanı kurtarmak ve ilahi bir çiftlikle ahirete hazırlanmanın izahıdır.
Burada seyreden, mütalaa eden ve dellalık eden bir karakteri vardır. Bu karakter takdir edicidir. Takdir ederken istihsan eder yani beğenir. Daha ne yapar? Mütehayyirdir, hayret eder gördüğü ilahi levhalar ve sahnelere. Bediüzzaman secde eden kulun yanına hayret eden, takdir eden, beğenen bir insan ilave eder, kulluk böylece sanatsal nitelikli bir karaktere dönüşür.

Neden bu vasıflar verilmiştir insana? Çünkü kainat bu üç vasfı taşıması gereken bir varlığa göre tasarlanmıştır. “Kainatı had ve hesaba gelmeyen  tezyinat ve mehasin  ve nukuş ile  süslendirip tezyin” etmiştir. Tezyinat, mehasin ve nukuş  süslemekle süsleme sanatları ile ilgilidir. Süslemek, süslenmek beğenmeyi ve beğenilmeyi gerektirir. Bu bir yerde sinema üretip seyirci üretmemektir, bir yerde sanat galerisi üretip sanatsever üretmemektir. Bir yerde harika bir eser görüp onun harikalığını anlatmamaktır. Kainat denilen sınırları belirlenemeyen bu büyük seyir alanına seyirciler olarak insan yetersiz kalır. Allah onları seyredecek cinlerin yanında melekleri de yaratmıştır. İnsanlar bu görevin milyondan birisini ancak yapabilir. Bu sinema salonu ancak melaike nevileri ve ruhaniler ile doldurulur, Allah da öyle yapmıştır. Ne kadar farklı bir izah tarzı.

Sanat perspektifinden dinin her meselesi anlatılmış. Bu seyircilerin muhtelif araçları vardır. Bunlara merakib  der, binecek der Bediüzzaman. Gezegenler, seyyareler  ve su katreleri bu bineklerdir. Dünyadaki gibi kimi uçakla semayı seyreder, kimi dürbünle kimi de yeryüzünde çeşitli araçlarla. Bediüzzaman eserlerini klasik dinin içsel yapısına göre değil harici aleme açılan bir din şekline dönüştürmüştür. Bu Kur’an’ın yorumudur, yeni bir şey yeni bir yorumdur. O varlıklar “bunlara Allah’ın izni ile biner alem sarayını seyrederler.” Cismani alemi ve yaratılışın mucizelerini seyrederler. Bu hayret ve istihsan eşyalara ve görsel sanatlara sarfedilir. Çok insan bunun ilahi hedeflerini bilemez ve ömrünü heder eder. Bir insanın gözünün arşivinde ne kadar berbat levhalar vardır bu hesaba göre. Topraktan ve sudan sayısız varlıklar icad eden, ışıktan ve karanlıktan da varlıklar icad edecektir. Neden topraktan ve sudan canlı icad etsin de karanlıktan ve ışıktan icad etmesin. Bu yüzden Bediüzzaman “Hali dağalar boş sahralar Cenabı Hakkın ibadı ile doludur” der.

Yer ile gökyüzü  bir hükümetin iki memleketi gibidir, bu yüzden yukardan aşağıya aşağıdan yukarıya seyahatler vuku bulur. Yeryüzü sakinleri gökyüzüne çıkarlar gökyüzü sakinleri yeryüzüne inerler. Şair ne güzel demiş, “Kah  çıkarım göklere ben seyrederim alemi, kah inerim yerlere ben seyreder alem beni.” Bediüzzaman da  “nurlar okunurken dinleyenler sadece insanlar değildir” diyerek, sema sakinlerinin de bunları ilgi ile dinlediği yollu sözler söyler. Cesetlerini çıkaran ölüler ruhları ile semaya çıkarlar mertebelerine göre kabul görürler. Peygamber ruhları ve evliyalar da orada yerlerini alırlar. Miraçta Resulullah sabık enbiyalarla görüşmüştür, öyle değil mi?

Dünya insanın beşiği ve meskenidir, orada gece ve gündüzün sağlı sollu sallaması ile büyük ve meskeninde yaşar. Onun beşik ve meskeni semanın azametine rağmen ona denk tutulmuştur. O arz ve samanın Rabbidir, semaya göre yer yüzü büyük bir ağacın küçük bir meyvesidir. Ama Bediüzzaman büyük bir perspektif zenginliği ile dünyanın semaya üstünlüğünü izah eder.

Zemin, asumana oranla  maddeten küçüklüğü ve hakaretiyle beraber  manen ve sanat olarak bütün kainatın kalbidir, merkezidir. Sanat olarak bütün kainatın kalbi olmak çok dolu bir cümle, sahne gibi etrafı seyirci dolu, merkezdeki sanatı seyrederler.

Zemin bütün sanat mucizelerinin, Allah’ın sanat mucizelerinin meşheri ve sergisidir. Meşher teşhir yeri seyre açmak anlamına gelir, sergi de yine eserlerin sergilendiği yerdir. Allah eserlerini burada insanlar için sergilemiştir, sergi seyretmek takdir etmek içindir.

Zemin, Allah’ın varlığı çeşitli tezahürleri ile yaratıp süslediği esmasının tecellilerinin, görüntülerinin bir göründüğü yerdir, bir nevi kapsamlı ayna seyretmek ve seyredilmek içindir, bu şumüllü aynaya bakan insan ve gören istihan  takdir eden  de insandır.
Zemin bütün esmanın bir odak noktasıdır, yani nokta-i mihrakiye.
Zemin, Allah’ın faaliyetlerinin göründüğü yerdir, mahşerdir, makestir yani yansıdığı  yerdir.
Zemin, Allah’ı hadsiz yaratma faaliyetinin özellikle bitkiler ve hayvanların özellikle küçüklerin eli bolca icadının yeri, yörüngesi ve çarşıdır.
Zemin ahiret alemlerindeki sanatlı varlıkların küçük örnekte numunelerinin bulunduğu yer.

Zemin Ahiret alemleri için üretilen dokunan münsucatın  üretim yeridir, tezgahıdır.
Zemin, sonsuz manzaraların süratle değişen yapım yeri  taklid edildiği yerdir. Ahiretteki manzaralar burada üretilip oraya taşınacak  ve herkes orada yaptıkları ile yüzleşecektir.
Zemin, ahretin daimi güzelliklerin bostanların  tohumcuklarını sümbüllendiren, dar ve geçici bir tarla ve terbiye yeridir.
Zemini on ayrı noktadan semaya üstün kılan yorumlar zinciri…

Semanın kirlenmemiş sakinleri ile yeryüzünün şeytanları arasında kavgalar olacaktır, kavga ve mübareze kainatın terakkinin yörüngesidir. Bu kavga ve mübareze ise imtihan meydanı ile olur, şerle iyilik burada mübareze ile yerlerini alırlar. Bu kainatın hareketliliğini sağladığı gibi, tasaffiyi ve terakkiyi ve tedenniyi yani alçalmayı da sağlar. Yoksa sükunet içinde bir hayat ve varlık olacaktı. Bu mübareze kanununun çok şubeleri, kanunları vardır. Tenasül kanunu bu kanun hayatın hızıdır, bütün varlıklar bu kanunun hızı ile varlığı  canlandırır. “Muhabbet şu kainatın sebebi vücududur” cümlesinin bir şubesidir bu. Tenasülden önce aşk ve sevgi onu destekler onun arkasından onun meyveleri gelir. Bütün büyük mübarezenin bir yönünü bu kanun işgal eder. Müsabaka varlıklar arasında bir yarışmadır, herkes kendi üstünlüğünü ortaya koymak ister, ama Hakem bu dengeyi korur, çok harika bir müsabaka kanunu var alemde. Kırıcı olanlar cezalandırılır.

Bir de yardımlaşma kanunu var, bu da hareketi sağlayan bir unsurdur. Bu ve benzeri kanunlar çoktur. Bütün bunlar yukarı yani sema ile aşağı yeryüzünün kavgasını gerektirir, şerirler ile melekiler bu mübarezeyi yönetirler. Bu kavganın bazı belirtileri olacaktır, savaşlarda atılan toplar ve mancınıklar gibi. Bu kavgada hakem olan Allah ise şerlerin ziyadeleşmesi ile şerlileri ikaz eder, onların mülkünden dışarı çıkmaya sevkeder. Bu da mümkün değil o halde ister istemez uslu durmaları gerekir. Çünkü isyanlar kainatın ve yeryüzünün düzenini bozacak düzeye de gelebilir. Bu yüzden felaketler ile semavi taşlarda onları ikaz eder. Bediüzzaman böylece hem meleklerin varlık gerekçelerini estetik kelimat ile izah eder, hem kainatın yaratılışını estetik yorumlarla izah eder, hem de güzel ile çirkinin temsilcileri olan şeytanlar ile melekler  ve insanlar arasındaki çatışmayı anlatır, çatışmanın belli bir dozunda kalmasını ihtar eder  aksi olursa, müdahale eder. İşte astronomici efendiye bir yeni bakış açısı, seksen yıl önceden mektebe girmeye çalışan Bediüzzaman ve bizim bulunduğumuz  nokta.

Necip Fazıl, “Bir gün anlaşılır şiir çoğu gitti azı kaldı / Ekmekten azizleşir çoğu gitti azı kaldı” der. Bediüzzaman’ın anlaşılması bir orandır, bütün bir ömür onu anlamak ancak bir yerde durmak bir yere kadar gitmektir. Anlaşılma vadisi  sonsuz genişliktedir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum