Abdulkadir MENEK

Abdulkadir MENEK

12 Eylül dönemi bitti mi?

Bundan tam 32 yıl önce 12 Eylül darbesi yapıldı. Ordu yönetime bütünüyle el koydu, TBMM kapatıldı, hükümet lağv edildi ve liderler sürgüne gönderildi. 11 Eylül günü oluk oluk akan kan, 12 Eylül günü sihirli bir şekilde bir anda duruverdi.

12 Eylül sabahı Sağlık Memuru olarak çalıştığım köyde, sabahleyin açtığım radyoda Hasan Mutlucan’ın okuduğu kahramanlık türküleri ile ihtilalın yapıldığını öğrendim.
Pencereden dışarıya baktığımda, çalıştığım Kürt köyünün sakinlerinin, karakolun bahçesinde bir sandalyede gururla oturan Karakol Komutanı Uzman Çavuş’un elini öpmek için sıraya girdiğini hayret ve ibretle görmüştüm. Askeri yönetimin Kürtler için ne anlama geldiğini bana çok çarpıcı bir şekilde anlatan bu tabloyu, zaman zaman ibretle hatırlarım.

Çalıştığım köy ile birlikte bütün Türkiye’de yepyeni bir dönem başlamıştı. Artık her asker, çalıştığı bölgenin mutlak ve sual sorulmaz bir hâkimi konumuna gelmişti. Mutlak otoritenin temsilcisi konumunda olan askerlerin her söylediği adeta kanun gibi uygulanmaya başlanmıştı.
Hangi partinin seçime gireceğine ve milletin hangi milletvekili adaylarına oy vereceğine bile askerler karar veriyordu. Devletin radyo ve televizyonları, her gün siyaset ve siyasetçileri kötülüyor, tam bir dezenformasyon ile birlikte toplum depolitizasyon propagandalarına muhatap kılınıyordu.

Bu dönemde yapılan ve tek taraflı bir propaganda ve büyük bir baskı ile milletin adeta evet oyuna mahkûm edildiği bir Anayasa ile her şeyin, bürokratik oligarşinin emrine verildiği yeni bir dönem başlatılıyordu.

Seçim de, TBMM de, hükümet de, demokratik ayıplarla muallel bir hale getiriliyordu. Danıştay, Anayasa Mahkemesi, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, Yargıtay, Milli Güvenlik Kurulu, Yüksek Öğretim Kurulu gibi himayeye mazhar, seçilmiş elitin layık görüldüğü kurum ve kuruluşlar, TBMM ve Hükümet’in adeta ortakları gibi devlet idaresinde çok etkin ve hatta çoğu zaman milletin üstünde bir konuma getirilmişti.
Bu 32 yıl boyunca çok şey değişti. Dokuz yıl boyunca Cumhurbaşkanlığı yapan Kenan Evren’den sonra, dört Cumhurbaşkanı görev yaptı. 2014 yılında yeniden Cumhurbaşkanlığı seçimi yapılacak. Bu dönemde 10 Başbakan görev yaptı ve çok sayıda icraata imza atıldı.

Her hükümet ve her Başbakan döneminde atılan bazı demokratik adımlardan ve önemli bazı kanuni ve Anayasal değişikliklerden bahsedilebilir. Bunların bir kısmı konjuktürün zorlaması, bir kısmı AB sürecinin getirdiği bazı yükümlülükler, bir kısmı da samimi bazı demokratik adımlar olarak değerlendirilebilir.

12 Eylül darbesinden sonra, Kenan Evren’in veciz konuşmaları, işkencehane olarak kullanılan hapishaneler, yargısız infazlar, idamlar hafızalara adeta kazındı. 12 Eylül döneminin devam ettiğinden hareketle,  zihinlere asla silinmeyecek şekilde kazınan en önemli olay ise, hiç şüphesiz ki 28 Şubat Post Modern darbesidir. 12 Eylül’le hesaplaşma becerisi gösteremeyen bir Türkiye, çok tahripkar ve münafıkane bir post modern darbeye muhatap olmuştur.

İşin acı ve ilginç tarafı ise, yıllarca darbelere muhatap olan Süleyman Demirel gibi bir siyasetçinin, bu dehşetli ve münafıkane darbeye koordinatörlük ve akıl hocalığı yapmasıdır. Üstelik kendi partisi iktidarda olduğu halde yapmış olduğu bu militarist organizasyon ve bugüne kadar da yaptıklarını ısrarla müdafaaya devam etmesi, O’nu aklamaya çalışanların yaptıkları her türlü tevil ve yorumu geçersiz kılmaktadır.

Hatta bir süre önce TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu üyelerinin, darbeler ile ilgili olarak görüşlerini dinlemek üzere evinde ziyaret ettiği Süleyman Demirel’ in ifade ettiği sözler de gerçekten dikkate değerdi. Demirel, 28 Şubat’ın bir darbe olmadığını ve her şeyin kanunlara uygun bir şekilde yerine getirildiğini söylemişti. Sayın Demirel, elbette bunları söyleyebilir.
Fakat 28 Şubat,  Demirel kadar önde olan diğer bazı aktörlerinin de itirafları ile bir darbedir. 28 Şubat Sürecinde yapılacak despot ve münafıkane icraatlara destek vermek üzere, DYP’den istifa ettirilen kırka yakın milletvekilinin, Cindoruk’un kurduğu DTP’ye katılmasının temin edilmesinin, hangi vicdana ve kanuna uygun olduğunu da, milletin engin sağduyusu ve tarihin şaşmaz hakemliğine havale ediyorum.

28 Şubat müdahalesi ve ardından yapılan dehşetli ve din düşmanı icraatlar, milletin vicdanında asla tasvip görmedi. Bu süreci gerçekleştirenler ve destek olanlar, birer birer siyaset sahnesinden çekildikleri gibi, gönüllerden de silindiler ve adeta âdeme mahkûm edildiler.

28 Şubat sürecinin İmam Hatip Okulları ve Kur’an Kurslarına vurduğu darbeler, yeni yeni tamir edilmeye başlandı. 4+4+4 sisteminin yürürlüğe konulması ile birlikte, bu yıl itibariyle, millet İmam Hatip Okulların yeniden sahip çıkmaya başladı. Bu sistemin bazı eksikleri olabilir. Elbette zamanla eksik tarafların düzeltilmesi ve değişikliklerin yapılması mümkündür.
Fakat altı yaşındaki çocukların, dünyanın birçok ülkesinde ilkokula başladıkları gerçeği ortada iken, hiçbir pedagojik kaygı ile bağdaşmayan ve tamamen siyasi olarak bir kısım medyanın ve CHP’nin yaptığı tenkitleri anlamak mümkündür. Kendi zihniyetleri ile bağdaşmayan ve dayandıkları materyalist sistemi sarsacak böyle bir sisteme elbette ideolojileri gereği olarak karşı çıkacaklardır.

Fakat bazı dindarların bu sisteme karşı çıkmaları anlamak mümkün değildir. Kur’an ve Siyer derslerinin okullara seçmeli olarak konduğu, İmam Hatip Okullarının yeniden açılmaya başlandığı, 28 Şubat Sürecinin önemli bir tahribatının tamir edilme yoluna konulduğu bu yeni eğitim sistemi, dini değerlere bağlılık noktasında, çok daha ileri bir hedefi gerçekleştirme hedefine yönelmiştir. Bazı dindarların bu tenkitlerini, olsa olsa siyasi bir tarafgirlik ve iktidar cenahına düşmanlık ile izah edebiliriz. Bunu başka türlü izah etmek mümkün değildir.

12 Eylül döneminin bugün ayakta durmaya devam eden en büyük icraatı olarak, korku ve evham üzerine bina edilen ve demokratik bir hüviyetten uzak olduğunu söyleyebileceğimiz 1982 Anayasasından bahsedebiliriz. Evet, 1982 Anayasası, maalesef Türkiye Demokrasisinin bir ayıbı olarak yürürlükte kalmaya devam etmektedir. Baskı ile halka kabul ettirilen bu Anayasa’nın yapıldığı günden bugüne kadar çok sayıda maddesi değiştirilmiş ve daha ileri bazı hükümler getirilmiştir.
Özellikle 12 Eylül 2010 tarihinde yapılan Halk Oylaması ile halkın büyük çoğunluğunun helal oyları ile bu Anayasa’nın çok önemli ve adeta hayat damarları nispetinde olan yirmiden fazla maddesinin değiştirilmesi, Türkiye Demokrasi tarihinin en önemli icraatlarından ve şeref tablolarından birisi olmuştur.

Zaman zaman bu konuları gündeme getiriyoruz. Çünkü bu 28 Şubat Süreci ve 12 Eylül 2010 Referandumu adeta bir turnusol kâğıdı vazifesi görmüş ve birçok kişinin gerçek mahiyetini ve zihniyetini ortaya çıkarmıştır. Çünkü bu tür tarihi olaylar çok sık yaşanmaz ve bir milat olarak kabul edilirler.
Bugünlerde Ak Parti’ye geçtiği için adı sık sık gündeme gelen Demokrat Parti eski Genel Başkanı Süleyman Soylu da, bu dönemden yüzünün akı ile çıkanlar arasında bulunmaktadır. Süleyman Soylu, bir Ergenekon darbesi ile partisinin Genel Başkanlığından uzaklaştırılmış ve Demokrat Parti, o zamanlar Süleyman Soylu’nun da ifade ettiği gibi,  Ergenekon’un kontrolüne geçmişti. Haliyle DP, 12 Eylül 2010 Referandumunda ‘’hayırcılar’’ cephesine katılmış ve manasını tamamen kaybetmişti. Demokrasinin ve Demokratlığın, manasız isim ve resimden ibaret olmadığı da bu şekilde bir kez daha tescil edilmişti.

Süleyman Soylu, buna rağmen büyük bir demokrasi ve haysiyet mücadelesi vermiş ve adeta tek kişilik bir ‘’Demokrat Parti’’ gibi davranarak bütün Türkiye’yi, il il, ilçe ilçe gezmiş, bu büyük ve tarihi Referandum’da ‘’Evet’’ için çok büyük ve ilkeli bir gayret göstermişti.  Bu şerefli mücadelesinin de ardından ismi Demokrat olan partisinden ihraç edilmişti.
Bu Referandum’da halkoyuna sunulan ve gerçekten çok tarihi olan bu değişiklikler, halkın engin sağduyusu ve uyanık vicdanı ile kabul edilmiş ve adeta yepyeni bir Türkiye’ye doğru çok önemli bir adım atılmıştı.
Bu Referandum ile yapılan değişikliklerin önemi, kısa bir süre sonra ortaya çıktı. Anayasa Mahkemesi, HSYK, Danıştay ve Sayıştay gibi kurumlar, yavaş yavaş esas mecrasına oturmaya başladı. Derin çeteler ve devlette yapılanmış, devletin gücünü, millete düşmanlıkta kullanan kanunsuz oluşumlarla mücadele yeni bir hız ve heyecan kazandı.

Bütün bunlarla birlikte, 12 Eylül döneminin kapandığını söylemek mümkün değildir. Ruhunu büyük ölçüde kaybetmiş olsa bile 12 Eylül Anayasası, halen yürürlükte bulunmaktadır. Bu çok güzel ve hayırlı gelişmelere rağmen, Türkiye Demokrasisi ve TBMM, bugüne kadar tam sivil ve tam demokrat bir Anayasa yapabilme becerisini gösterememiştir. 2011 seçimlerinin hemen ardından yeni bir Anayasa yapmak için kurulan komisyondaki çalışmalar da, şimdilik çok iyimser bir görüntü vermemektedir.
Çünkü dört partinin mutlak mutabakat şartına bağlanmış bir Anayasa metni üzerinde uzlaşma şansı maalesef, bugünkü şartlarda mümkün görünmemektedir. Devletçi refleksleri hep ön plana çıkarmış bir CHP ve milliyetçi refleksleri varlık sebebi olarak gören bir MHP ile çağdaş normlara sahip ve tam demokratik bir Anayasa üzerinde uzlaşmak, tam bir hayal gibi görünmektedir. Bugünkü yapısı ve görüntüsü ile BDP’nin de ciddi bir katkıda bulunma şansı yoktur. Anayasa Komisyonu Başkanı Prof. Dr. Burhan Kuzu’nun kısa bir süre önce verdiği beyanatta da, bu ümitsizliğin izlerini görmek mümkündür.

Bugünlerin kayda değere bir gelişmesi olarak, 12  Eylül darbesi hakkında yargı sürecinin başlamış olmasıdır. Darbeci komitenin hayatta kalan iki üyesi Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya için açılan dava devam ediyor. İnşaallah bu mahkemenin neticesinde, bu darbenin bütün karanlık yönleri ortaya çıkar ve sorumlular da tarih önünde mahkûm edilirler.

TBMM tarihinde ilk kez bir ‘’Darbeleri Araştırma Komisyonu’’ nun kurulmasını da önemli ve tarihi bir gelişme olarak değerlendirmek gerekir. Bu komisyon, bu darbelerle ilişkili olabilecek herkes ile görüşmelerine devam etmektedir. Bu görüşme ve araştırmaların sonunda, hayırlı bir neticeye ulaşılmasını temenni ediyoruz.
TBMM’inde olabilecek en büyük uzlaşma zeminin aramak ve bunun için çalışmak ne kadar doğru ise, yeni Anayasa’yı da sadece ve sadece bu uzlaşma şartına bağlamak o kadar yanlıştır. Eğer tam bir uzlaşma imkânı bulunmasa bile, hiçbir taviz vermeden tam ve demokratik bir Anayasa yapılmalı ve gerekirse Referanduma gidilmelidir.
12 Eylül Anayasası, yürürlükten tamamen kaldırılmadığı, yeni ve sivil bir Anayasa yürürlüğe konulmadığı müddetçe, 12 Eylül Döneminin tamamen sona erdiğini söylemek mümkün değildir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum