Prof. Dr. Abdullah YILMAZ

Prof. Dr. Abdullah YILMAZ

Dünya Kupası, Kahramanlar Çağı ve Gizli Kutuplar

Dünya Kupası bitmiş. Messi muradına ermiş diyorlar. Dünya kupasını takip edeniniz var mı içinizde? 10-15 Yıl öncesine kadar müfrit bir maç meraklısı iken bugün şampiyonanın ne zaman başladığından bile haberi olmayan birine dönüştüm. Laf aramızda bu yeni halimden kesinlikle şikâyetçi değilim. Şu dakikaya kadar da bu dünya kupasından final maçı dâhil hiçbir maçı izlemedim. Sadede gelirsem; birkaç gün önce arabayla seyir halinde FM kanallarını dolanırken karşıma bir futbol tartışma programı çıktı.

Katılımcılardan biri Katar’daki Dünya Kupası’nın geçmiş dünya kupalarına kıyasla çok farklı olduğunu sebepleriyle birlikte anlatıyordu. Şu değerlendirmeleri çok dikkatimi çekti: Modern futbol artık efsane yetiştirmiyor hatta efsane yetişmesine müsaade etmiyor! Dikkat edin, Fas ile İspanya ya da Suudi Arabistan ile Portekiz arasında takım dizilişi, kademe anlayışı ya da diğer açılardan hiçbir fark yok. Çünkü modern futbol artık takım oyununu zorunlu kılıyor. Bugün artık efsane bir forvetinizin veya defans oyuncunuzun ya da kalecinizin olması hedefinize ulaşmanıza yetmiyor. Efsanelerin ortaya çıkmasına müsaade etmeyen modern futbol belki seyir zevki vermiyor ama takımları hedefe ulaştırmak noktasında kıtalar ve ülkeler arasındaki kalite farklarını da ortadan kaldırıyor neredeyse.

Bu konuşmadan sonra hayalen maziye döndüm: Bendenizin futbola hiç kabiliyetim yoktu. Küçücük bir çocukken hayalim mahalle takımının forveti olmakken hayatım adam yokluğunda –lütfen- kaleye geçirilmek biçiminde tezahür etti. :) :) :) Futbolcu olmaktan umudu kesince fanatik olmasam da iyi bir futbol seyircisi oldum.

Bizim nesil son futbol efsanelerinin devrine rast geldi. Efsaneleri seyretmek, onların futbol maceralarını ve başarılarını seyretmek elbette bir başka güzeldi. Dillerde onlar vardı, gönüllerde onlar vardı. Oysa bilemediğimiz ya da farkına varamadığımız bir gerçek vardı. O da XX. yüzyılın kendisinden önceki yüzyıllarda olduğu gibi sportif, siyasi veya içtimai her türlü organizasyonda efsanelerin egemen olduğu son yüzyıl olmasıymış.

2000’li yıllar sadece bir asrın bir milenyumun bitişini değil o asra ve öncesine ait anlayışların, bakış açılarının ve pratiklerin değişim ve dönüşümünü de ifade ediyormuş meğer. Bugün artık dünya spordan siyasete, bilimden sanayiye, aileden STK’lara kadar her organizasyonda bir elin parmaklarıyla sayılabilecek efsanelerin “süper kahramanlar”ın ön planda gözüktüğü, başarı öykülerinin anlatıldığı bir dünya değildir. Bugün artık dünya bilinmedikleri ve görülmedikleri halde çabalarıyla, gayretleriyle ve uğraşlarıyla ağızları açıkta bırakan, şahit olanlara dudak ısırtan başarı hikâyelerini hayata geçiren bilinmezlerin ve görünmezlerin dünyasıdır. Bu değişim ve dönüşüm dinamiğini ön görmek ve sosyal organizasyonları buna göre dizayn etmek gerekir. Aksi takdirde değişim ve dönüşüm treni kaçırılır.

Farkındaysanız Risale-i Nur hizmetinde de XXI. yüzyılla birlikte bendenizin “Kahraman Ağabeyler Çağı” olarak isimlendirdiğim bir çağ, bir devran süratli bir biçimde kapanmaya başlamıştır. Benim gibi ömür yolculuğunda yarım asrı devirmek üzere olanlar ve bizden daha kadimler hatırlayacaklardır: Çok değil 30 yıl önce Anadolu’nun her beldesinde iman ve Kur’an davasına gönül vermiş, bu uğurda çile çekmiş bir veya birkaç kahraman ağabeyimiz ismiyle, cismiyle, hizmet geçmişi ile tanınır ve bilinirdi. Ve bizim gibi hizmette tıfl-ı nevresideler bu “kahraman ağabeyler”in hizmet hatıralarını dinleyerek büyüdük. Kaderin takdiri ile bu “efsaneler” Üstadımızın; “İşte ey insan! Aklını başına al. Eğer sen ölmezsen ihtiyar olacaksın.” (Mektubat; s. 287) ifadesinde beyan buyurduğu üzere önce ihtiyarlayıp sonra teker teker ahiret yurduna nakl-i mekân eylemeye başladılar. (Cezahumullahu Hayran Kesira)

Daha 2000 yılında üstadımızın mutlak varislerinden ve saff-ı evvel ağabeylerden onlarcasını sayabiliyorken, 20 yıl gibi kısa bir süre sonra bugün artık Üstadımıza talebe olmuş, vasiyetlerinde yer almış hatta son şahitlerden olmuş neredeyse hiçbir Nur Talebesi kalmadı.

Bugün artık bu kutlu iman hizmeti kaderin sevkiyle ve zamanın ruhuna muvafık biçimde yeni bir devre yeni bir döneme girmiştir. Bu döneme bendeniz “Görünmeyen ve Bilinmeyenler Çağı” diyorum. Hatırlarsanız Aziz Üstadım bu mananın ipuçlarını neredeyse bir asır önce şu veciz ifadeleriyle veriyordu: “(Risale-i Nur’un) iman-ı tahkikîyi taşıyan hâlis ve sadık şakirdleri dahi, bulundukları kasaba ve karye ve şehirlerde -hizmet-i imaniye itibariyle- âdeta birer gizli kutub gibi, mü'minlerin manevî birer nokta-i istinadı olarak, bilinmedikleri ve görünmedikleri ve görüşülmedikleri halde, kuvve-i maneviye-i itikadları cesur birer zabit gibi; kuvve-i maneviyeyi, ehl-i imanın kalblerine verip, mü'minlere manen mukavemet ve cesaret veriyorlar.” (Mektubat; s. 466)

İslam'a ve Müslümanlara hizmet gayesiyle gecesini gündüzüne katarak gayret gösteren; evvela kendilerinin sonra cemiyet-i İslamiyenin imanını kurtarma misyonunu sevk-i kaderi ile yüklenmiş, rıza-yı İlahiden başka hedefi ve maksadı olmayan bu gizli kutuplara ve görünmeyen kahramanlara selam olsun!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
6 Yorum