Abdulkadir MENEK

Abdulkadir MENEK

28 Şubat- postmodern darbesinden günümüze bir bakış

Demokrasimizin çetin bir sınavdan geçtiği, yetkili ve üst düzey bazı devlet görevlilerinin birilerini ‘’kazığa oturtmanın’’ hayalini kurduğu bu karanlık ve istibdat günlerinin üzerinden tam yirmi dört yıl geçti.

28 Şubat 1997 tarihinde toplanan ve en uzun süre devam eden kurul toplantısı olarak tarihe geçen Milli Güvenlik Kurulu’nda, Genel Kurmay Başkanlığı tarafından irtica ile mücadele bahane edilerek hazırlanan on sekiz maddelik bir bildiri kabul edildi. Bu bildiri ile resmen ‘’28 Şubat Süreci’’ başlamış oluyordu. Böylece, tamamen demokratik olarak kurulan bir cumhuriyet hükümeti, bürokratik bir müdahale ile iş yapamaz hale getiriliyor ve ayrılmaya zorlanıyordu.

Bu kararlara karşı bir müddet direnen Başbakan Necmettin Erbakan, herhangi bir icraatta bulunamayacağını anlayınca, ‘’Dönüşümlü Başbakanlık’’ formülünün de gereği olarak istifasını Cumhurbaşkanı Demirel’e sundu. Refah Partisi ve Doğru Yol Partisi milletvekilleri de bir deklarasyon yayınlayarak, Tansu Çiller’in başbakanlığını desteklediklerini kamuoyuna ilan ettiler.

Ancak, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, hükümeti kurma görevini Çiller’e vermeyerek, ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz’ı hükümeti kurmakla görevlendirdi. Tansu Çiller, bu dönemde Refah Partisi ile koalisyon kurarak, birilerinin nazarında suçlu durumuna düşmüş ve böylece bu dönemin istenmeyenleri arasında yer almıştı.  Bu sıralarda DYP’nden istifa furyası başladı. İstifa eden milletvekilleri, Hüsamettin Cindoruk başkanlığında Demokrat Türkiye Partisini kurdular.

İsmi demokrat fakat yapılan postmodern bir darbeyi desteklemek ve devam ettirmek için kurulan Demokrat Türkiye Partisi, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel tarafından da destekleniyordu. Nitekim Süleyman Demirel’e yakınlığı ile bilinen Doğru Yol Partisi milletvekillerinin çoğu istifa ederek Demokrat Türkiye Partisi’ne geçtiler.

Böylece yeni kurulacak hükümetin alt yapısı oluşturulmaya başlandı. Tansu Çiller de bu arada yaptığı tarihi hatasının bedelini ‘’A Takımı’’nı büyük ölçüde kaybederek ödedi ve DYP büyük bir darbe aldı.

Refahyol döneminde Batı Çalışma Grubu tarafından başlayan ve neredeyse bütün vatandaşları içine alan fişleme faaliyetleri, Anasol-D hükümeti tarafından artan bir hızla devam etti. Valiler, kaymakamlar, okullar, yurtlar, daire amirleri, memurlar araştırılıyor;  dindar olanlar, namaza gidenler, eşinin başı örtülü olanlar potansiyel suçlu kategorisine dâhil ediliyorlardı.

Bu fişleme öyle bir boyuta ulaşmıştı ki, mağazalar, marketler, şirketler ve hatta kebapçılar bile bu suçlama ve fişlenme furyasından nasiplerini almışlardı.  Askeri personelin eşleri de bu jurnal faaliyetlerinde ajan olarak çalıştırılmak isteniyordu.

Bu dönemde başörtüsü ile amansız bir mücadele başlamıştı. Yasak bütün Üniversitelere en acımasız bir şekilde yaygınlaştırılmıştı. Bu hükümet döneminde Batı Çalışma Grubu’nun Başbakanlığın kontrolüne geçmesini sağlamak amacıyla Başbakanlık bünyesinde bir Takip Kurulu oluşturuluyor ve Başbakan Mesut Yılmaz da “artık BÇG’ye gerek yok” diyordu.

Fakat sonradan ortaya çıktı ki, BÇG çalışmalarına aralıksız devam etmiş, fişleme ve istihbarat çalışmalarını kesintisiz sürdürmüştü. Yine bu dönemde Anayasa Mahkemesi tarafından seçimlerden birinci parti olarak çıkan Refah Partisi kapatılıyordu.

Mesut Yılmaz başkanlığında kurulan hükümet, bir müddet sonra istifa etti. Aslında görevini de hakkıyla yapmıştı. Operasyonun birinci aşaması tamamlanmıştı. Bu sefer de ikinci aşamaya geçilerek daha ileri hedeflerin gerçekleşmesine çalışılacaktı. Mesut Yılmaz’ın istifa etmesinden sonra bu yeni senaryo sahneye konmuştu.  O da Cumhurbaşkanı Demirel tarafından, Sanayi Bakanı Yalım Erez’in hükümeti kurmakla görevlendirilmesi senaryosuydu.

Hiçbir partinin Genel Başkanı değildi. Güvenoyu alacağına dair kamuoyuna bir angajman da yapılmamıştı.  Gerçi bir milletvekilini Başbakan olarak atamak Cumhurbaşkanının göreviydi. Meclis’ten istediği bir milletvekilini Başbakan olarak atama yetkisi vardı. Ama öteden beri oluşan bir gelenek söz konusuydu. Bu atamalar yapılırken, güvenoyu alabilecek durumda olanları tercih etmek, bir gelenek olarak hep göz önüne alınmıştı. Yalım Erez’in hükümeti kurmakla görevlendirilmesi, olağanüstü dönemin açık bir yansımasıydı.

Bu durum karşısında Tansu Çiller’in bir karşı atağı söz konusu oldu. Aslında Tansu Çiller, bu senaryolar karşısında ölümlerden ölüm beğenmişti. Burada,  ya partisinden seçilip istifa eden bir milletvekilinin başbakanlığını kabul ederek partisinin elinden kaymasına çanak tutacak veya kendince ehven-üş şer olarak telakki ettiği Bülent Ecevit’e başbakanlık teklif ederek, Yalım Erez operasyonunu geri püskürtecekti.

Daha önce partisinden istifa ettirilen bir şahsa hükümeti kurma görevinin verilmesini, kendisine karşı bir tezgâh olarak düşünmüş olacak ki, Ecevit’in azınlık hükümetini dışarıdan desteklemeyi tercih etti ve Hüsamettin Özkan vasıtasıyla Ecevit’e haber gönderdi.

Böylece Yalım Erez’in önü kesilmiş oldu. Mesut Yılmaz’da, ANAP olarak Bülent Ecevit’in başbakanlığını destekleyeceklerini açıklamıştı. Hükümeti kuramayacağını anlayan Yalım Erez, görevi iade etmek zorunda kaldı. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel için de, değişen bir durum söz konusu olmayacaktı.

Yalım Erez olmadı ama Bülent Ecevit, böylece güvenoyunu garantilemişti. Bunun üzerine Ecevit, hükümeti kurmakla görevlendirildi. Ecevit, seçimden dördüncü parti olarak çıkmıştı ve sadece altmış bir milletvekiline sahipti. Fakat kendisinden daha fazla milletvekili çıkaran üç partinin genel başkanlarını sollayarak Başbakanlık koltuğuna oturmuştu. Bu durum bile 28 Şubat sürecinin meclis zemininde ulaştığı başarının çok somut bir örneği idi.

Bu süre zarfında anti demokratik ve zulüm boyutlarına ulaşan çok sayıda uygulamaya imza atıldı. Millet tarafından büyük oy oranı ile desteklenen partiler kapatıldı. On binlerce başörtülü öğrenci okulunu bırakmak zorunda kaldı. Çok sayıda başörtülü memurun ve akademisyenin görevine son verildi.

Demokrasiyi savunan ve 28 Şubat’ın anti demokratik uygulamalarına ve zulümlerine destek vermeyen gazeteciler, yazarlar ve siyasetçiler hakkında postmodern darbenin içinde aktif olarak bulunan askerler tarafından andıçlar hazırlandı. Birçok gazetecinin işine, patronlarına yapılan baskılar sonucu son verildi. Korkan bazı gazeteciler, suya sabuna dokunmayan yazılar kaleme almaya başladılar.

Bazı gazeteciler de istemeye istemeye askerleri yere göğe sığdıramayan yazılara imza attılar. Bazı gazeteler, Genel Kurmay’da hazırlanan manşetler ile okuyucularının karşısına çıktılar. 28 Şubat uygulamalarına karşı çıkan Mahir Kaynak’a şu teklifte bile bulunulmaktan çekinilmedi: “Sen yazı yazmaktan vazgeç. Patronun tarafından yazıyormuş gibi ücretini almaya devam edeceksin’’

Bu süreçte siyasetçilere akla hayale gelmeyen baskılar yapıldı. Tehdit edilenler, bir şekilde korkutulmaya çalışılanlar, para teklif edilenler bile oldu. Bazıları bu süreçte dik durmasını ve taviz vermemesini bildi. Bazıları da maalesef bu çirkin ve kirli sürecin bütün pisliklerine sonuna kadar battı. Bu haysiyet fukaraları kendi değerlerini, inançlarını ve mücadelelerini; bir menfaat, bir korku veya başkalarına bir husumet karşılığı satan şahsiyet yoksunları olarak tarihin kara sayfalarına geçtiler.

Bu yirmi dört yıllık süre içerisinde Türkiye’de çok şey değişti. ‘’Bin yıl da olsa sonuna kadar devam edecek’’ denilen 28 Şubat süreci ve din düşmanı istibdat uygulamaları sona erdi. Milletin kararlı, sabırlı ve onurlu duruşu ve direnişi sonuncunda, bu iğrenç dönem, bütün karar ve uygulamaları ile tarihin çöplüğüne atılmaya devam ediliyor.

Üniversitelerde başörtüsü problem olmaktan çıktı. Başörtüsü meselesi, diğer bütün kurum ve kuruluşlar için bir engel olmaktan çıkarıldı.  İmam Hatip Liselerinin önündeki en büyük engel olan katsayı sorunu hal edildi. Bugün Türkiye’nin birçok bölgesinde ihtiyaçlar ortaya çıktıkça, yeni İmam Hatip Liseleri açılmaya devam ediliyor. Art niyetlere alet edilen kesintisi eğitim garabetine son verildi. İlahiyat Fakültelerine konulan ambargo kaldırıldı.

Kahraman ordumuz, yavaş yavaş ve sindire sindire olması gereken asli vazifesine dönmeye devam ediyor. Bugün hiç olmadığı kadar kahraman ordu, siyasi iradeye tabi bir görüntü vermeye başladı. Temennimiz bu görüntünün tam anlamıyla demokratik bir hazım ve olgunluk ile kemale ermesidir. Dizginini tamamen kurtaracak günlerin pek uzak olmadığına dair inancımızı ve duamızı ifade etmek istiyoruz.

12 Eylül İhtilalinden otuz yıl sonra başlayabilen hesaplaşma sürecinin, 28 Şubat Postmodern darbesi için on beş yıl sonra başlamış olması, arınma ve demokratikleşme sürecinin her geçen gün daha da hızlandığının göstergesi. Bu süreçte darbeciler yargılandı, bu çirkin darbede rol oynayan birçok kişi, müebbet dâhil çeşitli hapis cezalarına çarptırıldı. Bu dönemde mağdur edilen ve hala adaletin tecelli etmesini bekleyen bazı mazlumların da bir an önce bütün haklarına kavuşması ve bu çirkin dönemin tamamen kapatılması, adaletin tam olarak tesis etmesi bakımından büyük öneme haiz bulunmaktadır.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın sabırlı, azimli ve kararlı duruşu neticesinde, 15-20 yıl önce vicdan sahiplerini derinden yaralayan birçok kirli zulüm ve icraat, tarihin çöplüğüne atıldı. Birçok alanda çok daha fazlasına imza atıldı. Risale-i Nur’lar, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından resmen yayınlandı. En büyük maksatlarımızdan birisi olan Ayasofya’nın, hazin ve içimizi kan ağlatan elim vaziyetinden kurtarılarak, beş yüz yıl kadar süren mukaddes vazifesine yeniden döndürülmesini gözyaşları ile takip ettik. Eminim ki, Mele-i Ala’nın sakinleri de bu büyük mukaddes icraatı alkışlamaya devam etmektedirler.

Beş yıl kadar süren 28 Şubat Postmodern darbe sürecinde çok büyük mağduriyetler ve haksızlıklar yaşandı. Bazı haksızlıkları telafi etmek elbette mümkün değildir. Mahkeme-i Kübra’nın mutlak adalet terazisinde, herkes yaptıklarının hesabını elbette en adil manada verecektir.

Bugün 28 Şubat Postmodern darbe süreci ve bu dönemde yaşananlar, hemen hemen herkes tarafından şiddetle eleştirilmektedir. O günlerde süreci destekleyen yazılar yazanlar, bugün utançlarını gizlemek için bin dereden su getiriyorlar. Piyasada nesilleri tükenen kelaynaklara dönen birkaç kişi dışında bu çirkin müdahaleyi destekleyen hiç kimse kalmadı.

28 Şubat Sürecinin etkilerini ortadan kaldırmak ve kalıntılarını tamamen temizlemek için büyük bir azim ve kararlılıkla çalışanlardan ve gelinen bu çok önemli noktada, emeği geçen ve fedakârca çalışan herkesten Allah razı olsun demek, vicdanın ve hakperest olmanın bir gereğidir. Bu günler kavga ve basit çıkarların hesabının yapılacağı günler değildir.

Zaman zaman ortaya atılan iddialar ve demokrat olmayı asla başaramamış, pusuda bekleyen ve bu süreci kesintiye uğratmak isteyen derin güçler, bütünüyle etkisiz kılınmış değillerdir. Canan Kaftancıoğlu ve Can Ataklı gibi bazı şahıslar, bugün bile darbe çağrısı anlamına gelebilecek ifadeleri kullanmaya devam etmektedirler. Hatalar, basit çıkar çatışmaları ve küçük hesaplar, bu süreci baltalamak için fırsat kollayanların ekmeğine yağ sürecektir.

Herkes gelinen noktada, elde edilen kazanımların değerini çok iyi bilmeli, bunlara bütün varlığı ile sahip çıkmalı ve artık darbe heveslerinin telaffuz dahi edilemeyeceği günlere kavuşmak için elinden gelen bütün gayreti göstermeye devam etmelidir.

Bugün ümitvar olmamız için çok daha fazla sebebimiz var.  Fakat gevşekliğe ve darbe heveslilerinin ekmeğine yağ sürecek ve onların değirmenine su taşıyacak teşebbüs ve tavırlardan herkesin kaçınması gerekir. Basit ve küçük heveslerin ve çıkarların neticesi, büyük hüsranlara dönüşebilir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.